ANA SAYFA
HABERLER
HACIBEKTAŞ
HACI BEKTAŞ VELİ
KÜLTÜR VE SANAT
HBV Anma Etkinlikleri
Gürbüz Sapmaz
Mithat Bektaş
Kazım Kalaycı
Bektaşi Fıkraları

ALBÜM
SANAL GEZİ
KÖYLERİMİZ
KÜNYE  VE  İLETİŞİM
SİTE HARİTASI






  Hava Tahmini

HACIBEKTAŞ

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

Kaynak: Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü

 



Buradasınız->: KÜLTÜR VE SANAT / Bektaşi Fıkraları / 

HER ŞEY ALLAH'TAN

(Bir tren kazasının "Takdiri ilahi" , "Her şey Allah'tan" şeklindeki yaklaşımlarla açıklanmasını eleştiren birinin, guruptaki Avni Anıl'a ne düşündüğünü sorması üzerine, Avni Anıl'ın anlattığı fıkradır.)

Bektaşi'nin biri her gün kasabada 'Her şey Allah'tan', 'Her şey Allah'tan' diye mırıldanarak dolaşır dururmuş. Bir gün kasabanın serseri delikanlılarından biri, yine böyle mırıldanarak dolaşmakta olan Bektaşi'ye arkasından sessizce yaklaşmış, ensesine okkalı bir şaplak atmış. Canı fena halde yanan Bektaşi'nin pür hiddet dönüp kendisine ters ters baktığını görünce;

-Öyle ne bakıyorsun baba erenler demiş, hani her şey Allah'tandı.

-Tabii demiş Bektaşi, her şey Allah'tan da, ben hangi deyyusu aracı ettiğine bakıyorum.



HANGİSİ SARI, HANGİSİ KIRMIZI

(İlhan Selçuk'un bir köşe yazısından alınmıştır.)


Bektaşi - ya da Alevi - iki öküzüyle tarlasını sürermiş; kırmızı öküz az yem yiyip, çok çalışırmış; sarı öküz lanet mi lanetmiş. Hem çok yermiş, hem tembelmiş. Bir gün öfkelenmiş Bektaşi:

-Ey Allahım! demiş, şu sarı öküzün canını al da kurtulayım...

Baba Erenler ertesi sabah ahıra girince ne görsün! Kırmızı öküz sizlere ömür, sarı lanet capacanlı... Dışardan bir çocuk çağırmış Bektaşi, öküzleri göstermiş:

-Ulan, demiş; bunların hangisi sarı, hangisi kırmızı? Çocuk göstermiş:

-Bu sarı, bu kırmızı! Bektaşi gözlerini göğe çevirmiş:

-İmanım, demiş; bacak kadar çocuk renkleri biliyor da, sen ayıramıyor musun?



ŞİMDİ YALNIZ KALDIM


Bektaşi dalıp gitmişti. Güzel ve sakin bir havada tanrıyla başbaşaydı. Belli ki tanrı ile halleşiyordu. Onun dalgınlığını izleyen, yakınındaki masada oturan merakla sordu:

-Dalmış gitmişsin, kimin kimsen yok mu, yalnızmısın?

Daldığı alemden ayrılmak zorunda kalan Bektaşi:

-Asıl şimdi yalnız kaldım.

 



ORASINI ALLAH BİLİR


Şarap yapmak yasaklanmış; sıkı bir kontrolle, şarap yapan yakalandığında kellesi vuruluyordu.

Bağ bozumu vakti geldiğinde, Bektaşi üzümlerin suyunu küplere doldurdu. Durumdan haberdar olan hükümdar, Bektaşinin küpleri başına geldiğinde, hiddetle sordu:

-Üzüm suyu küplere ne için dolduruldu?

Bektaşi, yakalanmışlığının telaşı ile cevap verir:

-Dolduruyorum ki, orada sirke olsun.

Hükümdar, biraz yumuşayarak yeniden sordu:

-Sirke dersin ama, ya şarap olursa!

Hükümdarın yumuşadığını gören Bektaşi:

-Orasını Allah bilir, dedi.



İTİBAR


Softanın biri Bektaşinin önüne geçti:

-Ey Erenler; iyisin, hoşsun, ilim irfan sahibisin; bir de oruç tutup, namaz kılsan, bizim nazarımızda da itibarın olur o zaman, dedi.

Bektaşi gülümseyerek:

-Sizin nazarınızda itibar kazanmak için, tanrı önündeki itibarımı zedeleyemem, dedi.



ALDATMAK


Meyhanelerden çıkmazdı hiç. İçkisini içer, geç vakitte naralar atarak evinin yolunu tutardı. Ne çocuğuna, ne eşine, ne anasına, babasına ve ne de çevresine hayrı dokunmamıştı. 'Ayyaş Hamdi' böyle bir yaşamın sonunda rahmetli oldu. Cenaze namazı kılındıktak sonra imam sordu:

-Merhumu nasıl bilirsiniz?

-İyi insandı... Kimseye kötülüğü olmadı... Toprağı bol olsun... ve benzer cevapları duyan Bektaşi sabredemedi ve yanındakinin kulağına fısıldadı:

-Bizi neyse de, Allahı da aldatmaya yelteniyorlar.



BİR DE SENİN KULUNA BAK


Bektaşi Baba İstanbul'da gezinirken, padişahın sarayı olduğunu zannettiği görkemli bir binanın yakınından geçmekte idi. Binanın önünde şatafatlı bir fayton durmakta idi. Binadan sırmalı elbiseleri olan adam çıkınca, muhafızlar selama durdu. Adam faytona binerken, Bektaşi meraklalandı ve muhafızlardan birinin yanına sokularak sordu.

-Faytona binen padişahmıdır?

-Hayır  padişahın bir kuludur. Cevabını aldı.

Bektaşi, tepeden tırnağa önce faytondaki adama baktı. Sonrada kendi haline baktıktan sonra, ellerine açarak:

-Tanrım, bir padişahın kuluna bak! Sonra, bir de senin kuluna bak! Diye söylendi.



KABAHAT TARLAYI GÖSTERENDE


Köylü yağmur duasına çıkıyormuş, Bektaşi'ye 'sen de gel' demişler. Baba Erenler kalabalığa katılmış, yolda küçük tarlasının yanından geçerken elindeki sopayı tarlaya dikmiş, göğe bakarak:

-Bizimki de burası, demiş.

Duadan sonra bir yağmur bir yağmur; ortalığı seller basmış. Bektaşi'nin tarlasında ne varsa sular almış götürmüş. Bu manzarayı gören Bektaşi, ellerini yukarı kaldırmış:

-Ulan, demiş; kabahat sende değil, bu tarlayı sana gösterende...



AKŞAMDAAAAAN AKŞAMA


Zaptiyebaşı yolda çakırkeyif rastladığı Bektaşi'yi çevirmiş ve kükremiş:

-Söyle bre zındık, namaz vakti cami mihrabında secdeye vardığın olur mu?

Erenler çok hızlı ve çok vurgulu bir biçimde cevaplamış:

-Her bayram, her bayram.

Zaptiyebaşı bu kez:

- Peki ey kafir, şarap zıkkımlanır mısın? diye sormuş.

Bektaşi suçüstü yakalanmış olmasının ürkekliği ve yalana başvurmanın faydasının olmadığının farkına vararak, eliyle küçümseme işareti yaparak yanıt vermiş:

- Eh, akşamdaaaaan akşama.


SIRAT KÖPRÜSÜ

Bektaşi kafayı çekmiş. Ayakları birbirine dolana dolana, sağa sola yalpalayarak giden Bektaşi'yi gören komşusu dayanamayıp laf atmış:

-Hey baba erenler, bu halle sırat köprüsünü nasıl geçersin?

Bektaşi istifini bozmadan komşusuna cevap vermiş:

-Sanki karşı tarafta mor sümbüllü bağlarım var da!


OLMAYAN ŞEY

Yolu camiye düşen Bektaşi namazdan sonra:

-Ey ulu tanrım, bana bol bol şarap ver. Diye dua etmiş.

Yanında namazı bitiren kişi de ellerini kaldırmış:

-Rabbim bana iman ver. Diye dua etmiş.

İki duayı da işiten hoca Bektaşi'ye dönmüş:

-Bak herkes iman istiyor tanrıdan sen de şarap istiyorsun. Utanmıyor musun? demiş.

Bunun üzerine Bektaşi hocaya dönüp:

-Ne yapalım hoca efendi herkes kendisinde olmayanı ister. Demiş.


KAYIK KÜÇÜK

Bektaşi kiraladığı kayık ile Eminönü’nden Üsküdar’a giderken, deniz dalgalanmaya, kayık sallanmaya başlar. Dalgaların, büyük bir fırtınanın başlangıcı olduğunu sezen Bektaşi’nin telaşlandığını gören kayıkçı:

-Ne korkuyorsun yolcu? Korkma. Allah büyüktür! Diye Bektaşi’yi sakinleştirmek ister.

Kayıkçının bu sözüne içerleyen Bektaşi şu yanıtı verir:

-Allah büyüktür amma, kayık küçük!


ALLAH'IN KELAMI

Bir mecliste Kuran’ı Kerim'den söz açılıp, sohbet koyulaşmıştır.

Kuran'ı Kerim’in eşsizliğinden ve olağanüstülüğünden bahsedilirken, odanın bir köşesinde kendi halinde çubuğunu içmekte olan bir Bektaşi söze karışır:

-Evet, Allah’ın kelamı cidden eşsizdir. Amma, yazısı biraz karışıktır!... der.

Dinleyenlerden biri hayret ve biraz da hiddetle sorar:

-Karışık mıdır? Nerden biliyorsun?

Bektaşi sakin bir tavırla cevap verir:

-Alnımın yazısından!


CAMİDE VAAZ

Bektaşi’nin yolu camiye düşmüştür. Cami imamı o günkü vaazında içkinin kötülüklerinden bahsetmektedir. Cami imamı uzun bir vaazdan sonra cemaate birde örnek verir:

-Ey cemaat eşeğin önüne bir kova su, bir kova da rakı koyun hangisini içer? diye sorar.

Bektaşi elini kaldırarak cami imamının sorusunu yanıtlar:

-Hocam suyu içer.

İmam:

-Tabi ki suyu içer, peki neden suyu içer? Diye sorunca, Bektaşi cevaplar:

-Neden olacak hocam, eşekliğinden!


İNEĞİDE KURBANA SAYMAZSAM!

Bektaşi bulgurunu kaynatıp, kuruması için sermiş, bir yandan karıştırırken bir yandan da dua edermiş:

-Allah'ım bulgurlarım kurumadan yağmur yağdırma!

Bulgurlar tam kurumaya yüz tutmuşken yağan yağmur, Bektaşi’nin bulgur sergisini su içinde koymuş. Bu zor durumunun üzerinden bir hafta geçmeden, ineğini de ahırda ölü bulan Bektaşi, üst üste gelen kötü olayları kabullenmekte zorlanmış.

Ramazan ayının geldiğini fırsat bilen Bektaşi oruç tutmaya niyet etmiş ve Ramazanın ilk günü, iftara beş dakika kala sigarasını yakmış. Sigarasından içine çektiği dumanı büyük bir keyifle gökyüzüne  üfleyerek:

-Nasıl, illet oluyorsun şimdi bana değil mi? Diyerek kendi kendine söylenmeye devam etmiş:

-Ölen ineği de kurbana saymazsam şerefsizim!


BİTSİN BU DAVA

Gelecek konuklarını nasıl ağırlayacağını kara kara düşünen Bektaşi’nin gözü, Yahudi olan komşusunun keçilerine takılmış. Keçilerden birini çaktırmadan alıp kesmiş. Durumu fark eden Yahudi; "Kadıya gitsem… Kadı da Bektaşi’de Müslüman, ben Yahudi’yim. Davayı kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi’nin nesi var ki, hakkımı alabileyim!... Biz artık Allah’ın huzurunda hesaplaşırız...” düşüncesi ile şikayetçi olmamış.

Gel zaman git zaman her ikisi de rahmetli olmuş. Yahudi, ahrette Bektaşi’den davacı olmuş. Mahkeme kurulmuş ve Bektaşi’ye sormuşlar:

-Sen Yahudi komşundan habersiz keçisini kesmişsin!

-Kesmedim, demiş Bektaşi.

-Ben gözlerimle gördüm demiş, Yahudi.

Bektaşi “Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz.” Diye itiraz etmiş.

-Haklısın ama, günahların arasında keçiyi kestiğinde yazılı, demişler.

Bektaşi bu kez, “Mahkeme hakimi aynı zamanda şahitlik yapamaz.” Diye itiraz etmiş.

-Gene haklısın; o zaman getirin keçiyi ona soralım... demişler.

Bektaşi son bir çaba ile çözüm yolu önermiş:

-Ne!... Keçi burada mı?... Verin keçiyi o zaman bu Yahudi'ye... Bitsin bu dava!


FAKİRE CAN GELDİ

Oruç tutan Bektaşi pek fena susamış. Gürül gürül akan çeşmeyi görünce de dayanamayıp ağzını dayayıp kana kana çeşmeden su içmiş. Bu sırada oradan geçen komşusu seslenmiş:

-Aman erenler ne yaptın? Oruç gitti!

Bektaşi, ağzının iki yanından süzülen sular bağrına doğru inerken cevap vermiş :

-Oruç gitti ama fakire de can geldi!


BİR GÜN FAZLA TUTMUŞ

Adama sormuşlar :

-Kaç gün oruç tuttun?

-Hastalığım nedeniyle, ancak bir gün tutabildim! Demiş.

Aynı soru, orada bulunan Bektaşi’ye sorulunca, hiç istifini bozmadan yanıt vermiş :

-Bu arkadaş benden bir gün fazla tutmuş!


PEŞİN NAMAZ

Hoca ile Bektaşi birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca:

-Namaz saati! demiş, başlamış kılmaya.

Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam.

Bektaşi’nin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı bitirince sormuş:

-Yahu bu ne uzun namaz böyle?

-Kazaya kalmış namazlarım vardı, onlarıda kıldım! Demiş hoca.

Yola koyulmuşlar, bir müddet sonra mola verdiklerinde bu kez namaz kılmak için Bektaşi müsaade istemiş ve başlamış namaza.

Ama ne namaz, bitmiyor! Sonunda hoca dayanamamış :

-Erenler, senin namaz da uzun sürdü!

-Önümüzdeki haftanın namazını kıldım! Diye cevaplamış Bektaşi.

Hoca şaşırmış:

-Yahu olur mu böyle şey?

Bektaşi gülmüş:

-Yukarıdaki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?


SEN NE İŞE YARADIN

Hoca ile Bektaşi içki içerken yakalanırlar ve Kadı’nın huzuruna çıkarılırlar.

-Şeytana uyduk kadı efendi. Diye af dileyen hocayı, kadı affetmez ve idam cezası verir.

Sıra Bektaşi’ye geldiğinde savunmasını yapar:

-Kadı efendi ben gayri-müslümüm, bana oruç farz değildir.

Kadı Bektaşi’yi serbest bırakır. Bektaşi Kadı’nın huzurundan ayrılırken sorar:

-Kadı efendi, ben de şahadet getirip Müslüman olsam, arkadaşımı da bağışlar mısın?

Kadı efendi düşünür, bir kişiyi Müslüman yapmanın sevabını hesap eder ve Bektaşi’nin teklifini kabul eder, hocayı da affeder.

Kadının huzurundan ayrıldıktan sonra hoca Bektaşi’ye kızgınlıkla sorar:

-Sen ne biçim adamsın be, bir Hıristiyan bir Müslüman oluyorsun! Sen de hiç iman yok mu?

Bektaşi gülerek cevaplar:

-Gavur oldum kendimi, Müslüman oldum seni kurtardım. Peki sen ne işe yaradın?


HALİM MECALİM YOK

Sohbet sırasında Bektaşi’ye sormuşlar:

-Baba Erenler niçin oruç tutmazsın?

Bektaşi’de mazeret hazırdır:

-Vallahi tutmak isterim ama halim mecalim yok.

Bektaşi’yi zorda bırakmak için bir soru daha sorarlar:

-İftara çağırsalar gider misin?

-Doğrusu ne yapar eder giderim.

Bektaşi’nin bu cevabına itirazlarını bildirirler:

-Bu nasıl olur? Allah’ın emrini dinlemiyorsun da kulların davetini kaçırmıyorsun!

Bektaşi’nin cevabı hazırdır:

-Bunda şaşılacak ne var? Bilirsiniz ki Cenabı Hak merhametlilerin merhametlisidir ve affedicidir. Fakat insanlar böyle midir? Onlar, en küçük bir sebepten güceniverirler. Bunun için kulların davetlerini kaçırmamak gerekir.


ALTI ÜSTÜNDEN İYİDİR


Adamın biri, sohbetlerinde gündelik yaşamdaki olumsuzluklardan örnekler vererek:

-Böyle giderse kıyamet kopacak, dünyanın altı üstüne gelecek..... diyerek hiç durmadan çevresindeki insanları karamsarlığa itiyormuş. Bu konuşmalardan birisini duyan Bektaşi dayanamayıp cevap vermiş:

-Gelsin imanım demiş, şu dünyanın haline bak, belki altı üstünden iyidir.


KERAMET ALÇAK GÖNÜLLÜLÜKTE

Sofunun birisi Bektaşi’yi denemek ister.

-Baba Erenler, sizler için kerametli diyorlar. İsterse ağacı bile ayağının yanına getirir diyorlar. Bize de gösterinde bizde görelim, der.

Baba Erenler, kendisi ile alay edilmek istendiğini fark ederek, sofuya bir ders vermek gerektiği düşünür ve ağacı çağırmaya karar verir:

-Ağaç gel der, fakat ağaçta hareket yok.

-Ağaç gel der, fakat yine gelmez.

-Ağaç gel der, üçüncü çağırışında da ağaçta hareket yoktur. Bunun üzerine, Bektaşi ağacın yanına gider ve derki:

-Eğer ağaç bize gelmezse biz ağaca gideriz.