ANA SAYFA
HABERLER
HACIBEKTAŞ
HACI BEKTAŞ VELİ
KÜLTÜR VE SANAT
HBV Anma Etkinlikleri
Gürbüz Sapmaz
Mithat Bektaş
Kazım Kalaycı
Bektaşi Fıkraları

ALBÜM
SANAL GEZİ
KÖYLERİMİZ
KÜNYE  VE  İLETİŞİM
SİTE HARİTASI






  Hava Tahmini

HACIBEKTAŞ

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

Kaynak: Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü

 



Buradasınız->: KÜLTÜR VE SANAT / 

2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Kısa Öykü Yarışması Birincisi:

Gülçün Karaş DUMAN

Taşkıran Çiçeği



Kızım, balçiçeğim; zorlu bir dünyaya kadın olmaya geldin. Güçlenip, yaşam kavganda galip gelmelisin. Çağlar boyu, kâh egemendin, kâh edilgendin. Çaresiz, doğduğun toprağın öğretileriyle beslendin. Kimi yerde, yumuşacık toprakta filizlendin, boy verdin; kimi yerde, taşkıran çiçeği gibi kayaları yarıp da, yetiştin. Anadolu’da, anavatanında, baş tacı edildin; bereketli toprağında, yayla çiçeği gibi gelişip, serpildin. Burada, anaydın, dişiydin, doğurgandın! Geniş kalçaların, şişkin karnın ve dolgun memelerinle, tapınılan ana tanrıçaydın… Türkmen obalarında, ata bindin, silah tuttun, vuruştun. Bacıyan-ı Rum arasında, Kadıncık Ana, Erenler Anası, Hatun Ana, Fatma Bacı olup, Pirin için tutuştun. Gün geldi, Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in yüz akı oldun. Kağnı sürdün, mermi taşıdın, şehit verdin, şehit oldun! Sazının tellerini titretip, bozkıra karşı türkü yaktın; en hasından aşık oldun, ozan oldun. Yaşamın her alanında, semahta olduğu gibi, erkeğinle yan yana durdun.

Ne var ki, göğün duru mavisi, bazı yerde cehaletle, bağnazlıkla gölgelendi. Kimi aklıevveller, dinin, törenin ardına sığınıp, alınyazını yeni baştan yazmaya girişti! Günahın, Havva Anandan mirasmışçasına, al elmayı boğazına dizdiler sıra sıra… Büyüdükçe, daha çok şey göreceksin… Memleketinin henüz aydınlanmamış bir köyünde kız isen, demirini daha sert dövmelisin. Neden mi? Eksik eteksen, sandık düzüp, harman döveceksin. Senin işin, yalnız hamur tutmak, çifte koşmak, bağ budamak. Bir de, laf edildi mi, haddini bilip susmak… Buyruk kulu gibi, boyun eğeceksin. Sevincin ölçülü olacak; anlayacağın, kursağında kalacak. Sırma saçın, topuklarını dövsün diye değil, süpürge edesin diye uzayacak. Kısraksan, evcilleştirilip, ıslah edileceksin. Gemi azıya alamazsın, dörtnala kalkamazsın. Başını alıp önden gitmek yok; en fazla erinin yanında tırıs gidebilirsin. Saçın uzunsa, aklın kısadır; sen bilmezsin. Şamdanın altın da olsa, erkek değilsen, mumu dikemezsin. Güzelsen, peçe ile perdelenirsin; örtü altında gizlenirsin. Zamanın bir türlü gelmez, hep ertelenirsin. Diyeceğim odur ki, keçe değil de ipeksen, örselenirsin, talazlanırsın; dayanamazsan, eninde sonunda marazlanırsın. Peki gülüm, hiç düşündün mü, ne yapmalısın? Kuşkusuz, okumalı, aydınlanmalısın. Yuvanı kadınlığınla ısıtmalı, aklınla ışıtmalısın! İster misin, sana, yaşadıklarımdan çıkarttığım dersi anlatayım?

Bakma, 40 yıllık emekli öğretmen olduğuma… Çok emek verdiğim doğrudur, yurdumun taşına toprağına, ama öğrenciliğim hiç bitmedi; hiç ummadığım adamlar neler öğretti bana! Köy enstitüsünü bitirdiğimde henüz toydum; herkes gibi, ben de görüp geçirdikten sonra, oldum. Her tayinde, kitaplarımı kuşanıp, az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim. Karadeniz’in, Doğu Anadolu’nun, Güneydoğu’nun çocuklarını eğittim. Kimi köy okulunda yavruları oturtacak sıra bulamadım, marangozluğa giriştim; kimi yerde, okula gelmek için her gün on kilometre öteden yürüyen öğrencimin yolunu gözledim. Davar gütmeye alışmış ellerine kalem verdim; okumaya cesaretlendirmek için kemre kokusu sinmiş saçlarını sevdim. Çoğunun ayağına giyecek pabucu yoktu ki, bir defter edinsin… Gereksinimlerini karşılamak için varımla yoğumla didindim. Öğretmen oldum, baba oldum, ağabey oldum. Aklın bereketli tarlasına dadanan ekin kargalarına inat, başak başak doldum.

Bazen, kitap yüzü görmemiş çiftçi, ciltlercesini devirmiş kentliye taş çıkartır. Sözgelimi, Tunceli’nin köylerinde, her aile, kız erkek demeden, çocuğunu okula yazdırır. Ne var ki, kız çocuğu her yerde adamdan sayılmaz. Halbuki, insan, candır; erkeği dişisi sorulmaz. Daha düne kadar erkek doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün denirdi. Erkek çocuğu yüceltilirken, marifetmiş gibi, kız çocuğu yerilirdi.

İlk öğretmenliğimi Elazığ’ın bozkır köylerinden birinde yaptım. Rahmetli babam, delikanlılığında, Harput’ta peşrevle, gazelle içlenip tütün içtiğinden söz ettiğinden olsa gerek, bu ince saz diyârına, yüreğimde ince bir sızı ve koygun bir baba özlemiyle gitmiştim. Gakkoşlar hoş karşılamıştı, beni. Yoksulluklarına karşın, konukseverdiler, gönlü bol idiler. Çabuk kaynaşmıştık. Ancak, sorgulanması, değiştirilmesi gereken görenekleri vardı. Törelerini sınamam, kuşkusuz, başta hoşlarına gitmedi. Beni hayın belleyip, köyde barındırmak istemeyenler oldu. Ancak, sonunda akıl galip geldi.

Elazığ’a yeni öğretim yılının başlamasından birkaç gün önce varmıştım. Muhtar Derman Ağa ile otobüsten indiğim toprak yolda tanışmıştım; tesadüf bu ya, o da, gelecek bir akrabasını bekliyordu. Yükümü görünce, bekledikleri öğretmen olduğumu anlamış, akrabası da gelmeyince, eve eli boş döneceğine, eşyamı taşımama yardımcı olmuştu. Yorgunluk sızlanmalarıma aldırmaksızın, bildiğini okumuş, evinde sıcak bir tas çorba içirdikten sonra, beni, kurbağalı derenin yatağındaki kavaklığın yakınında bir eve yerleştirmişti. Beni elcağızıyla yeşilbağaların kucağına atan bu adam, Elazığ’daki yaşamışlıklarımın başkişisidir. Değişimin yolundaki en büyük taş iken, sonra kendi kendini ufalamış, adı gibi, derde “derman” olmuştu. Derman Ağa, toprağına ve töresine bağlı, nobran, muhafazakâr bir adamdı. Yüzünün çizgileri keskin, ama çizgilerin kuytusu bir o kadar yumuşaktı. Bildikleri ona sertlikle öğretildiğinden, o da bildiğini sertlikle öğretiyor, yaşam kavgasında kırılmamak ve öğütülmemek için sert buğdayı oynuyordu. Toparlak yüzlü, kendinden on yaş genç, güleç bir hanımı, üç oğlu, iki de kızı vardı. En büyük oğlundan torunları da olan bu döllü döşlü adam, oturaklı, ağır halleriyle, köyün ahalisi gibi, beni de daha ilk günden etkisi altına almıştı. Kaya dediğin iri olur, sağlamdır, ezer; ama zamanla sudan da, havadan da nasibini alır, aşınır, ne kadar dirense de, ufalır gider... Ben de su oldum, çatlağından içeri aktım, hava oldum, yarığından sızıp içini titrettim ve koca kayayı dize getirdim.

Zaman dar olunca, çevreyi, ahaliyi tanımaya fırsat bulamadan hazırlıklara başlamıştım. Derman Ağa’nın hanımıyla çınsabah sınıfı temizlemeye girişmiştik. Okul, güneşte kurutulmuş saman ve balçık karışımı tuğlalardan örülü, iki göz odalı, küçücük kerpiç bir yapıydı. Yok yoksul görünümüne karşın, duvarlarından içime hissedilir bir mutluluk yayılıyordu. Oturakların tozunu silerken, birine ancak iki kişinin sığabileceği altı sıranın köyün çocuklarına yetmeyeceğini düşündüm. Tahta çerçeve, yediği yağmurlardan adamakıllı şiştiğinden, pencere tam kapanmıyor, en ufak esintide çarpıyordu. Havalar henüz yumuşak olduğundan, bir süre idare ederdi ama kış bastırmadan gereğini yapmak gerekirdi. Öte yandan, kara tahta yere düşmüş, üzerine ağır bir yük konmuşçasına ortadan çatlamıştı; yine de duvara asılırsa iş görürdü. Asıl canımı sıkan helanın dışarıda olmasıydı. Yabanıllıktan çok, hak edilmeyen ilkellikler kanıma dokunuyordu. Eksiklikler çoksa da, gönlümü serin tutmaya çabaladım. Yüce amaçlarım vardı ve ayağıma değecek ilk taşta yılmamaya kararlıydım.

Ertesi sabah, sınıfta iki elimin parmaklarından az öğrenci saymıştım. İlk bakışta, çocukların tümünü erkek sanmıştım; oğlanlar, küçük birer erkek olmanın hakkı sanıp, ön sıralara kurulmuşlardı. Oysa arkalarında, çakmak çakmak gözleriyle mini mini bir kız oturuyordu. Oğlanların afacanlıklarını zor bastırır bir halleri vardı. Küçük esmer elleri, nerede duracağını bilmez halde kıpır kıpırdı; gözleri, korkuyla karışık bir merakla beni inceliyordu. Öte yandan, ufak kızın çekinir gibi bir hali yoktu; doğal ve rahat hareketlerle beni ve diğerlerini takip ediyordu. Yavrucaklara kendimi tanıttım; parasız yatılı okuyan bir köy çocuğu olduğumu söyleyip, yakınlık kurmaya çalıştım. Anadolu’nun veriminden dem vurup, sözü küçücük kafalarında sürülmeyi bekleyen toprağa getirdim. Baş Öğretmen ve devrimlerinden yalın bir dille söz edip, tazecik dimağlarına ilk tohumları ektim. Tohumları bilgiyle, sevgiyle sulayıp büyütmek gerekti. Cin bakışları, sorularıma yüksek perdeden yanıtları, keskin dikkatleri, öğrenme istekleri beni yaptığım işe inandırmış, umutlandırmıştı. Yine de, sayıca az olduklarından, mutluluğum yarımdı. İçime bir kurt düşmüştü; burada okul çağındaki çocuk sayısı bu kadar olamazdı. Hele ki kızların köküne kıran mı girmişti? Önceki gün Derman Ağa’nın kızlarıyla tanışmamış mıydım? Dersten sonra evlere uğrayıp, gizliden bir yoklama yapmaya karar verdim.

Kapısına vardığım ilk hane, hiç unutmam, Hilmi Emmi’nindi. Geçimini hayvancılıkla sağlayan, gürbüz bir adamdı. Gelişime bir anlam verememiş, şaşırmıştı. Bir yandan kızgınlıktaki ineğini boğaya aşırtıyor, bir yandan beni süzüyordu. Biraz hoşbeşten sonra çocuklarını sordum. “İki tane var,” deyip, okul çağını geçtiklerini, kazık kadar adam olduklarını, artık ev geçindirdiklerini söyledi. Yine de oğullarına ilkokulu okutmuş olmakla övünmekten geri durmadı. Gitmek üzereydim ki, ahıra, elinde kovasıyla, inekleri sağmak için küçük bir kız girdi. Beni görünce utandı, örgülü kızıl saçlarına sardığı yemeniyle gül pembesi yüzünü örttü. Çabucak ineklerden birinin memesine yapışıp, işe koyuldu. Hilmi Emmi’ye küçüğün kim olduğunu sorunca, “kızım,” dedi. Şaşırmıştım, çocuklarını sayarken yalnızca oğullarından söz etmiş, kızını yok saymıştı. Doğru söz ağıdan acıysa da, lafımı esirgemedim, “Emmi, ne doğrarsan aşına, o çıkar kaşığına. Şu yavrucağı okumaktan alıkoymakla, hanene doğacak aydınlığı eksiltiyorsun,” dedim. Hilmi Emmi, sözlerim üzerine bana ters bir bakış fırlatıp, “Boğaz kavgası, kitaplardan öğrenilmiyor, Öğretmen Bey. Gel hele, bizim yerimize geç de, gör bakalım, kız okutmaya halin kalıyor mu? Daha geldiğin ilk günden ne yapacağımızı öğretme,” dedi. “Başka zaman yeniden konuşalım. Kolay gelsin,” deyip, çıktım.

Yeni konuk olduğum bir evde bozguna uğramanın üzüntüsüyle, Derman Ağa’ya gitmeye karar verdim. Bu arada, ona da, küçük kızının neden sabah okula gelmediğini sorabilirdim. Derman Ağa, beni sedire buyur edip, akşam yemeğinin hazırlanmasını beklememi salık verdi. Günümün nasıl geçtiğini, okulda herşeyin yolunda olup olmadığını sordu. Konuyu kendisinin açmasından yararlanarak, durumu ve Hilmi Emmi ile tanışmamı anlattım. Devletin temsilcisi, köyün başı, Ağası olarak, kendi kızını okula gönderirse, diğer ailelerin de onu örnek alacaklarından söz ettim. Ancak, tutumu, ne yazık ki, Hilmi Emmi’ninkinden farklı olmadı. Hatta daha bile sertti. “Burada herkesin yeri bellidir. Kadınla erkeğin görevleri gayetle iyi bilinir; kız kucakta, çeyiz bucaktadır. Kız çocuğunun evi çekip çevirmeyi, erine destek olmayı öğrenmesi gerekir. Bunu beceremedikten sonra kitap okumuş kaç yazar? Kadının, kızın okuyacağı biricik kitap, töresidir,” dedi. Kaşlarını çatıp, tabakasına yeltendi ve bir cigara yaktı. Dumanın ardında bir süre beni süzdü. Bu tekinsiz gözlere inat, cesaretimi toplayıp, cevap verdim: “Kadının ailede yüklendiği görevlere, törelere sözüm yok, Derman Ağa. Ama kadın da bireydir; öyle bir birey ki, kimliği, toplumun kimliğini biçimlendirir. Elmanın bir yarısı erkekse, diğer yarısı da kadın. Ulusumuzun çağa ayak uydurması ve ilerlemesinde kadının yerinin olmaması düşünülemez. Hanımının gazete okuyabilmesini, ülkesinde ve dünyada olup bitenden, başkasından duydukları yoluyla değil de, kendi okuduğuyla haberdar olmasını istemez miydin?” Bu sırada yer sofrasına çanakları yerleştiren Derman Ağa’nın hanımı ve kızı, gözleriyle beni onaylıyorlar ama benden yana bir söz söylemeye çekiniyorlardı. “Hele düşün, Derman Ağa, köyde okuryazar kadınların sayısı artsa, kadınlar da bilgilenseler, Muhtar olarak senin de işin kolaylaşmaz mı?” dedim. Ağa’nın sabrı tükenmişti. Kaşığını hışımla tastaki çorbaya çalıp, “Burada daha civcivsin, ne oldu da hemen palazlanmaya giriştin! Vakitsiz öten horozu ne yaparlar bilmez misin?” diye çıkıştı. Konu, o günlük, orada kapandı.

Ertesi gün aynı bir avuç çocukla ders yaptım. Alfabeyi en çabuk öğreneceğini tahmin ettiğim, yine oğlan çocuklarının gerisinde, ikinci sırada oturan Balçiçek’ti. Kınalı parmaklarına pek yaraşan kalemiyle, saman kağıtlarına özene bezene harfleri çiziyordu. Başını okşadım, “Gel, kızım, sen de öne otur. Dersi daha iyi takip edersin,” dedim. Muhtarın bile kızını okutmaktan sakındığı bu köyde, Balçiçek’in ailesi kimdi, merak etmiştim. Ders bitiminde sordum, “Balçiçek, seninle şimdi eve gelsem, beni ailenle tanıştırır mısın? Seni okula gönderdikleri için onları kutlamak istiyorum,” dedim. Öğretmeninin kendisini ve ailesini önemsemesinin verdiği mutlulukla gözleri parladı, “Olur,” dedi.

Balçiçek’in evi, okulun yaklaşık üç kilometre uzağındaydı. Sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun, okumayı öğrenmek için günde altı kilometre yürümeyi göze alması beni çok duygulandırmıştı. Evin kapısına vardığımızda, kulağıma bir vızıltı çalındı. Balçiçek, kendisini takip ettiğimden emin olmak için sıkça arkasına dönüp, gülen gözlerle bana bakıyordu. Bizi getirdiği bahçedeki kovanları görünce vızıltının kaynağını anladım. Kısa boylu, kavruk bir adam kovandan çıkardığı çerçeveleri inceliyordu. Balçiçek adama seslendi: “Baba, Öğretmenim geldi. Seninle tanışacakmış.” Adam, içten bir gülüşle “Hoş gelmişsiniz, Beyim,” deyip çerçeveleri kovana yerleştirdi. Cüssesinden beklenmeyecek bir güçle elimi kavradı, “Buyrun, içeri geçelim, ayakta komayalım sizi”. Evin içini tatlı bir çiçek kokusu sarmıştı; pencerelere sıra sıra saksılar diziliydi. Yerdeki kilimin renkleri capcanlı, duvarlar limon sarısıydı. Oturduğum minderden gözüme ilk çarpan duvara asılı Atatürk resmi oldu. Az ötesinde, Hazreti Ali’nin resmi duruyordu. Alevilikte kadınların ve kız çocuklarının okutulmasının önemli bir yeri olduğunu duymuştum. Ancak, şimdi bizzat tecrübe ediyordum. Meraklanan babayı rahatlatmak için konuşmaya başladım, “Balçiçek, şu kısacık sürede göz doldurdu. Çok ilgili ve çok akıllı. Sınıftaki biricik kız öğrenci de, o. Köyde tanıştıklarım, kızlarını okutmaya sıcak bakmıyor. Bu nedenle sizinle tanışmak, size teşekkür etmek istedim.” Sözlerim üzerine adam ne diyeceğini bilemezmiş gibi ağzını bir süre açtı kapadı; gözleri dolar gibi oldu. “Estağfurullah, Beyim. Asıl bizim size minnet borcumuz var. Balçiçek, Ankara’dan geldiğinizi söyledi. Yurdunuzu bırakıp, çocuk okutmak için buralara gelmişsiniz.” Bu ileri görüşlü, aydın babanın düşüncesini iyice öğrenmek istiyordum. O sırada, odaya iki üç yaşlarında bir oğlan çocuğu girdi; ardından, evin annesi ayran ikram etti. “Başkaları kızlarını sakınırken, siz neden Balçiçek’i okutuyorsunuz?” diye sordum. “Beyim, ben arıcıyım. Geçim kapım, şuncacık vızvızın yaptığı bal. Göçer arıcılık benimki; mevsime göre, kovanları yüklenir, dağ tepe aşar, çiçeğin olduğu yeri bulurum. Böyle zamanlarda düşünmek için çokça zamanım olur. Mutluyum, halimize çok şükür. Ama boynuz kulağı geçmeli, değil mi ya? Bende üç çocuk var. Büyüğü, Hasan, mevsimlik işçi olarak çalışır. Pancar toplamaya gitti bu vakit. Ortanca, Balçiçeğim. Bir de şu bebe var, Hüseyin. Varım yoğum çocuklarım. Bütün çalışmam onlar için. Okusunlar da, bir adım önümüze geçsinler, hayatları kurtulsun.” Elinde tepsi, köşede oturan anne söze girdi, “Pirimiz de öyle buyurmuş, kızlarınızı okutun,” demiş. Ağız dolusu gülümsedim, “Övünülecek insanlarsınız, sizlerle gelişecek bu ülke,” dedim.

Aradan sekiz ay geçmişti. Çocuklarım okumayı sökmüş, doymak bilmeyen bir açlıkla öğreniyorlardı. Erkek öğrencilerin sayısı iki üç artmış, ancak Balçiçek yine yalnız kalmıştı. Girişimlerim sonuçsuz kalmıştı. Kimi köylüler, ısrarımdan hoşnutsuz kalmıştı. Eşkıya olduğumdan kuşkulananlar dahi vardı. Bu arada Derman Ağa da söylediklerime ikna olmamıştı. Devletin öğretmenine kabalık etmemek için söze dökmüyor, ama içten içe öfkesi kabarıyordu. Selam sabahında bu öfkenin tınısı kol geziyordu. Her an patlayacağından korkuyordum. Yine de beni evinde ağırlamaktan geri durmuyor, kız okutma konusunu açmamaya özen gösteriyordu. Bu konudaki anlayışsızlığına içerlesem de, konuksever Anadolu insanını gücendirmekten çekiniyor, zamanı geldiğinde durumu kavrayacağını umut ediyordum.

Derken, bir sabah köye bir adam gelmiş. Giyimli, konuşması düzgün, hitabeti güçlü. Sırayla evleri gezmeye başlamış. Kendisini İlçe Tarım Müdürlüğü’nde görevli veteriner hekim olarak tanıtmış. Ahırları incelemiş, hayvanların aşılarını, dişilerin tohumlanmalarını sormuş, gerekli gördüğü bazı ilaçları para karşılığı uygulamış. Üç kilometre yürümekten yüksünmeyip, Balçiçek’lerin de evine uğramış. Adamın gelişini, kümesten yumurta toplayan babasına küçük kız haber vermiş. Adam, babadan, arılı çerçeveleri çıkartmasını isteyip, birkaç adım uzaktan incelemiş ve hastalık olduğunu söylemiş. Yılların arıcısı olan baba, hastalığa benzer bir durum olamadığını, olsaydı fark edeceğini söylemişse de, adam karşı çıkmış. “Benden iyi bilmen mümkün mü ama keyfin bilir, önlemini almazsan olan sana olur,” demiş. Son derece iyi niyetli olan ve okumuş adama saygısızlık etmekten korkan baba, durumu kabullenip ne yapılması gerektiğini sormuş. Adam bir kutu ilaç verip, bunu sulandırıp arıların üzerine sıkmasını öğütlemiş. Karşılığında, iyi bir miktar para da istemiş. Baba, sıkılarak, bu parayı vermiş. Adam kapıdan çıktıktan sonra, Balçiçek ilaç kutusunu eline almış. Heceleyerek kutunun üzerinde yazanı okumuş “Ya-ban-cı ot i-la-cı”. Küçük kafasında ot ve arıyı bir türlü bağdaştıramayınca, babasına sormuş. Babası, kızının hecelediği yazıyı duyunca aldatıldığını anlamış ama iş işten geçti diye düşünmüş; hayıflanmakla yetinmiş. Babasının haline üzülen Balçiçek, muhtar olduğunu bildiği Derman Ağa’nın evinin yolunu tutmuş. Derman Ağa, karşısında Alevi arıcının kızını görünce şaşırmış, duraklamış. Balçiçek’i tek kız öğrencim olarak öylesine el üstünde tutmuş, övmüş, dillendirmiştim ki, Derman Ağa bir gün dayanamamış, dersimi dinlemeye gelmiş, en arka sıradan kızı gözlemişti. Daha sonra kızı babasıyla bir arada da görmüştü. Arıcıyla birkaç defa karşılaşmışlar ama pek konuşmamışlardı. Alevi olduğu söyleniyordu. Büyüklerinden, Alevilerin farklı inanışları olduğunu öğrenmişti. Öyle ki, sanki Sünniler ile Alevilerin dini aynı değildi. Bu önyargıların etkisiyle adamdan uzak durmuştu. Tunceli’den göçen arıcı da, muhtarın ve köylünün uzak tutumunu sessizce kabullenmişti. Şimdi bu adamın küçük kızını muhtarın kapısına getiren ne olabilirdi ki? Derman Ağa, şaşkınlıktan ağzı bir karış açık, kızın anlattıklarını dinlemiş, kızın “babamı kandırdı, bulup cezasını verin,” diyerek eline tutuşturduğu kutuya bakakalmış. Gerçekten de, kutu, zirai ilaç kutusuymuş. O akşam, Derman Ağa kıza bolca şeker ikram edip, konuşturmuş, sevmiş. Kızın akıllı, bilinçli, uyanık hali pek hoşuna gitmiş. Kendi kızıyla tanıştırıp, arkadaşlık etmelerini istemiş. Daha sonra da yavruyu evine kadar bırakıp, gecikmeli olarak arıcı ile tanışmış. “Köyümüze hoş geldiniz, uğur getirdiniz, beni kendime getirdiniz,” demiş. Sonuçta, dolandırıcı bulunamadıysa da, çok daha iyisi oldu. Havva kızının, Adem oğlundan eksik kalır yanı olmadığı anlaşıldı. Derman Ağa, küçük kızını kendi eliyle bana teslim edip, tüm köyü, kızlarını okutmaya çağırdı. Tam anlamıyla bir eğitim seferberliği yaşandı. Balçiçekler, Ayşeler, Fatmalar, Emineler okudu, okullu oldu.

İşte kızım, kızım kısrağım, anlattığım, başımdan geçen onlarca öyküden biri yalnızca. Kimbilir senin için ne öyküler yazılı… Ama sana öğüdüm, öykünü başkasının yazmasına izin vermemen. Kuşanıp kağıdı kalemi, öykünü kendin yaz, yolunu kendin çiz! Sen istersen, yazarsın, çizersin, inşa eder, iyileştirirsin. Çünkü sen Anadolu toprağının, Türkmen geleneğinin, Mustafa Kemal’in kızısın. Yolun da, bahtın da açık olsun!







2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Kısa Öykü Yarışması İkincisi:

Fehmi SAĞLIK

ŞEYDA


Lise 2.sınıf öğrencisiydi; adı Şeyda’ydı. Bingöl’ün Karlıova ilçesinden gelmişlerdi İzmir’e. Beş çocuklu bir ailenin baştan üçüncüsüydü. Çiğli’nin Maltepe semtinde bir gecekonduda kirada oturuyorlardı. Bir önceki sınıfı Karlıova’da okumuştu.

Yeni okulunda önceleri ona değişik gözle bakan arkadaşları, bir süre sonra bu sarışın kızın yöresinde fır dönmeye başladı.

Şeyda’yı arkadaşlarından ayıran bazı özellikleri vardı: Ağırbaşlıydı; yaşından büyük gösteren tavırlar sergiliyordu. Dinlemesini biliyor, yerinde ve zamanında konuşuyordu. En belirgin özelliği, çok okumasıydı. Arkadaşları birbirleriyle şakalaşırken, süslenmeye yarayan kozmetik maddelerden söz ederlerken, TV sanatçılarının giyinişlerinden örnekler verirken, o hep ders dışı kitaplarla ilgilenirdi. Ona soru sorulduğunda yanıt verirdi ancak. Söylediklerinde eğilip/bükülme, kem küm kesinlikle olmazdı. Ağzından çıkan, inandırıcı ve doyurucuydu. Görüşleri, Yargıtay’dan çıkan son karar gibi kabul görürdü. Yaşının ve sınıfının düzeyinde okumadığı kitap kalmamıştı. Babasının verdiği okul harçlıklarını biriktirir, Karlıova’nın tek kitapçısı Tekin Köroğlu’nun kasasına yatırırdı. İzmir’e geldiklerinde de ilk işi,  kaydolduğu okulun yanındaki kitapçıyı tanımak oldu.

Dükkanın vitrini, onun aynasıydı artık.

O, Maltepe’ye geldikten sonra buradaki kitapçının da kısmeti açıldı.

Ana arıya benziyordu Şeyda; öğrenciler onun ardında oğuldayıp duruyordu.

Bir cuma günüydü. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersindeydiler. İçeriye yine her günkü tavrıyla Selamünaleyküm girdi. Din dersi öğretmeniydi bu. Ona bu adı, öğrenciler takmıştı.

Badem bıyıklı, en az beş numara derece gözlüklü, Abdülhamit burunlu, seyrek sarı dişli, bol paça pantolonlu bu adam, sınıfa her girdiğinde günaydın yerine selamünaleyküm derdi. Doğru öğretmen kürsüsüne geçer, yoklamadan önce kıbleye döner, saygı duruşunda bulunur gibi ellerini sağına/soluna yapıştırır, sessizce bir şeyler mırıldanırdı. Öğrenciler de bu zaman birbirlerinin kulağına eğilir, Yine duaya başladı, derlerdi.

Şeyda’nın oturduğu sıra, pencere kenarında, öğretmen kürsüsüne yakındı.

Selamünaleyküm, kürsüden inip öğrencilerin arasında dersi anlatmaya başladığında kendisine göre sağı kullanırdı hep. Sağdan inen öğretmen, ilkin Şeyda’nın oturduğu sırayla karşılaşırdı.

Öğretmenin huyuydu artık: Sınıfa girerken, sınıftan çıkarken ilkin sağ ayağını atardı. Evlilik yüzüğü, sağ elinin parmağındaydı. Saati sağ bileğinde, İlahiyat Fakültesi rozeti de ceketinin sağ yakasına takılıydı.

O gün kürsüden inen Selamünaleyküm’ün gözleri, Şeyda’nın masasındaki Abdülbaki Gölpınarlı’nın hazırladığı Pir Sultan Abdal kitabına saplandı.

Selamünaleyküm uzandı aldı kitabı sıradan.
Kimin bu?
Şeyda ayağa kalktı.
Benim öğretmenim.
Alevi misin sen?
Alevi’yim. dedi Şeyda.

Selamünaleyküm, sağ elinde tuttuğu kitabı, sol eline vura vura konuştu: Bak kızım, bunları okumanın sırası değil şimdi. Ders kitabında yazılan duaları ezberle. Dinimizin emrettiği vecibeleri yerine getir. Namazını kıl, orucunu tut. Bir Müslümana yakışır gibi giyin. Şimdilik bu yeter sana.

Şeyda, müslümanlık parmağını Selamünaleyküm’ün gözüne sokar gibi uzattı.
Tahtaya kalkabilir miyim öğretmenim? Arkadaşlarım bir suçluymuşum gibi bakıyorlar bana. Aleviliğin ne olduğunu onlara anlatmak istiyorum.

Selamünaleyküm, geçiştirmek istedi:
Şu an zamanımız çok az; ilerde dinleyelim seni.

Sınıfın tümü sözleşmişçesine:
Şim-di!.. Şim-di!.. diye tempo tuttu.

Selamünaleyküm, çaresiz kaldı; Şeyda’yı buyur etti tahtaya; kendisi de kürsüsüne geçip oturdu.

Öğretmenini ve arkadaşlarını selamlayan Şeyda, ebadı büyük ikinci bir kitap daha çıkardı çantasından; önce Pir Sultan Abdal’ı sınıfa tuttu.

İçinizde okuyanlar bilir: Pir Sultan Abdal, halk şiirimizin üç büyüklerinden biridir. Edebiyat kitaplarımızda yeterince yer verilmemiş şairlerimize. Bu yiğit şair, sazını tüfek, sözlerini kurşun edip haksızın, ezenin, sömürenin üstüne korkusuzca saldırmış; bu uğurda boynunu cellatın kemendine çekinmeden uzatmıştır. Pir Sultan Abdal, Alevi kökenli bir şairdir.

Sınıfta sinek uçsa vızıltısı rahat işitilirdi.
Şeyda bu kez ikinci kitabı havaya kaldırdı.

Arkadaşlar, Hacı Bektaş 2004 adlı bu kitap, Hacıbektaş Belediyesi’nce hazırlanan, Hacı Bektaş’la ilgili etkinlikleri içermektedir. Aleviliğin ikizi olan Bektaşilik, Hacı Bektaş öğretisiyle anlam kazanır. Ben burada tarihsel gelişim üzerinde durmayacağım. İsteyene kitabı veririm; yeterince kazanım elde edebilir; ancak, şunları söylemeden de susmayacağım:

Bu güzel öğreti, aklın ürünüdür; gerçeğin ta kendisidir. Saygıdeğer öğretmenimiz, beni bağışlasın: Yüzüğü sağ elin parmağına takmakla, saati sağ elin bileğine geçirmekle, kapıdan çıkarken ya da içeri girerken ille de sağ ayağı kullanmakla, rozetimizi ceketimizin sağ yakasına takmakla, anlamını bilmediğimiz duaları, öz dilimizin dışında bir dille ezberlemeye çalışmakla ne işimiz rast gider, ne de yapılan yanlışlıklar düzelir.

Biz, öte dünyadan korktuğumuz için namaz kılmayız; cennete gitmek için oruç tutmayız.  İşlenen suçun, aç kalmakla, namaz kılmakla bağışlanacağına inanmayız. İnsana inanırız biz; bilime inanırız. Edison’u, Arşimet’i, gelmiş/geçmiş tüm bilim adamlarını baş tacı yaparız. Irk, renk, cins, inanç ayrılığı yoktur bizde. Birer hoşgörü evidir gönlümüz. Kin, küfür, incitmek, kırmak sözlüğümüzde bulunmaz bizim. Barışın, sevginin gülleri açar bahçemizde. İşte ben de bu güzel bahçenin genç fidanlarından biriyim.

Şeyda, son tümceyi noktaladığında gözucuyla şöyle bir Selamünaleyküme baktı.

Adam, alnında biriken ter damlalarını silmeye çalışıyordu.

O an, arkadan bir parmak kalktı. Şeyda’nın mahallesinde oturan bir erkek arkadaşıydı.

Güzel bir ders oldu değil mi öğretmenim? Aleviliğin ne olduğunu anladık şimdi.

Selamünaleyküm den çıt çıkmadı.

Tam bu zaman işte dersten çık zili çaldı.

Neye uğradığını bilmeyen öğretmen, kapıdan çıkarken ayaklarından sağı mı, solu mu önce atsın diye o an tökezledi;  neyse, düşmeden çıktı kapıdan.







2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Kısa Öykü Yarışması Üçüncüsü:

Tamer KÜTÜKÇÜ

KARLI BİR KIŞ GECESİ


Rüzgâr, ansızın ahşap pervazları sızlatıp geçti.

İçine sanki bir bıçak sokulmuştu. Kim bilir kaç dakikadır odanın içinde bilinçsizce dolandığını fark etti. Başı uğulduyordu. Pencereye sokuldu. Perdeyi aralayıp dışarı baktı: Hava kararmak üzereydi. Caddenin karşı tarafında, biraz çukurda kalan evlerin çatılarına epey bir yığmıştı kar. Daha ilerdeki koru, beyaz bir buluta dönmüştü.

En son istasyonun olduğu yere umutsuz gözlerle baktı.

Perdeyi kapadı.

Küçük, keskin kar taneleri, cama vurmaya devam ediyordu arkasından.Gene böyle kara kışlar olurdu. Meşe odunları yakardık köy evinin tahta kirişli odasında. Soba guruldardı rüzgâr estikçe. Küçüktüm o zamanlar. Uzun eteğimin örtemediği ayaklarımı altıma alır, öylece otururdum sobaya karşı. O, gelirdi bazı akşamlar. Yanan odunun küllerini eşeleyerek masallar anlatırdı. Ya o, ya ben, ya masallar birer düştük.

Gidip, bir çay suyu koymalıydı en iyisi.

Mutfağın yarı aralık kapısını iteledi. İçerisi korkunçtu. Kirli tabaklar lavabonun üzerine öylece bırakılıvermişti.

(Keşke açmasaydım telefonu. Aramasaydınız hiç. Bilmez misiniz benim hep hüzünlerden...)

Tabakların arasından tezgâhın öte ucundaki çaydanlığa uzandı; musluğun altına tuttu. Suyun şırıltısı bile yetiyordu içini ürpertmeye.

Aksilik gibi, bu akşam onun da...

Rüzgârın uğultusu, ta buraya kadar ulaşıyordu.

Ocağın altını yaktı. Çaydanlığı, hışımla üzerine bıraktı.

Bir deniz uzanırdı. Masmavi, beyaz köpükleri olan. Bir geminin gelmesini beklerdim. Sabırla. O masalı her dinleyişimde buna inanmıştım. Hep bir boşluk, içimizde. Bir şeylere ulaştıkça, yokluğu yeniden hissedilen. Ama bu defaki çok başka. İçinizden bir parçanın çekilip alınıverilmesi gibi. Issız. Dokunmasız.

Odaya geri döndüğünde, cama vuran tipiyi daha da şiddetlenmiş buldu. Bu şehrin kışı yamandı. İlk geldiği yıl, iki göz odalı bir evi kiralamıştılar, Ezgi’yle. Evin bir odasının duvarları çivit rengine boyanmıştı ve penceresi nehre doğru bakıyordu. O yıl gene böyle çok kar yağmıştı. Pencerenin pervazına bez sıkıştırmıştılar nehrin olduğu taraftan esen rüzgâr içeri dolmasın diye. Soğuktu, yabansıydı her şey. Ama ürküten değil, yine de huzur veren bir kıştı o.

Okumak istiyorum ben.

Toprak yolun başında karşılaşıyoruz. Elinde iki kova, tarladan geliyor.

Öyleyse durmak niye?

Sahi mi dersin?........

Ne var bunda? İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır a kızım! Cümle âlem bilir bunu.

Peki ya babam?..

Ben konuşurum.

Elimde kocaman bir bavul, iğde ağacının altında bekliyorum. Hatırlıyorum. Üzerimde, diz altıma uzanan sarı bir elbise var. Saçlarımı iki belik yapmışım. Annecimle babacım.. Recep de gelmiş uğurlamaya. Sonbahar, dallara inmeye henüz başlamış. Gölgeye çekilip, bir taşın üzerine çöküyorum. “Ev arkadaşınla iyi geçin ha!” Sigarasından bir nefes çekip yere atıyor babam, bunu yüzüme yarı tehditkâr bir bakışla söylerken. Anneciğimin gözleri dolu dolu oluyor. Elimi dizlerimin üstüne bırakıp, uzaklara bakıyorum. Rayların ucu ilerideki tepenin ardında kayboluyor. Yanıbaşımda böcek hışırtıları. İğdenin yaprakları sallanıyor esen rüzgârda. Recep, rayların kenarındaki otlara bakıyor durmadan..

Odanın içinde huzursuzca dolandı yeniden.

İçerisi gittikçe loş bir karanlığa bürünüyordu. Işığı açmak istemedi yine de. Perdeyi hafifçe araladı. Tipinin beyazlığı aydınlatır gibi oldu odayı.

Saate baktı. Daha vardı. Hiçbir şey için geç değil. Perdeyi biraz daha araladı. İstasyonun bulunduğu tarafa baktı. Tipi, gittikçe kararan havanın içinde gri bir buluta dönmüştü. Hiçbir şey görünmüyordu. Pencereden uzaklaştı. Geldi, kendisini tekrar koltuğa bıraktı. “Zamanın izleri..., ne kadar çabuk yoruluyorum.” Oturduğu yerde, düşünceliydi. Telefona uzanmak istedi. Sehpanın üzerindeki resim, sanki kendisiyle alay ediyordu. Bu, iğde ağacının önünden sağa saparak tarlalara giden toprak yolun resmiydi. Sıcak bir yaz günü çekilmiş olmalıydı. Rayların kenarından başlayan otlar, karşı tepelere değin sapsarı...

Tren, iki gün önce yağan yağmurla yeniden canlanan meraların arasından sarsılarak ilerliyor. Camdan dışarıyı seyrediyorum karşımda oturan otuz yaşlarındaki adamla göz göze gelmemek için. Bir yolculuk. Bilinmeze. İçimde hem büyük bir sevinç, hem büyük bir korku. Otururken eteğimin uçlarını çekiştirdim, iyice, dizlerimin ta altına doğru. Artık kendimi çok iyi bilmeliyim. Hayat ve ben, başbaşayız. “İlim ilim bilmektir a kızım; lakin önce kendin bilmektir. Ne yap ne et, sen seni unutma!” Uğurlamaya neden gelmedi? Her zaman, perde arkasında olmayı seviyor. Belki, bu da kendini bilmenin bir parçası, kim bilir?.. Olsun. Yine de, o iğde ağacının altında ona son bir kez sarılmak isterdim. Nefesinin şimdi nasıl bu kadar içimde olduğuna şaşırarak gülümsüyorum. Karşımdaki adam, yüzümün çizgilerindeki rahatlamayı fark ediyor. Biraz atıyor o da gerginliğini üzerinden. Hem kompartımana girerken, özür dilemedi mi? “Her yer dolu, ayakta da gitmek yorucu oluyor..” “Tabii, buyrun, ne demek...” Biraz daha güvenle yaslanıyorum şimdi arkama. Kendimi bilmenin güveni bu. Meraların arasına serpilmiş kavak ağaçları, süratle geçiyorlar camın önünden..

Kalktı. Sehpanın üzerindeki fotoğraf karesini eline aldı. Uzun uzun baktı.

Sanki bir rüzgâr esiyordu. Dışarıda değil, içeride. Toz, duman, bulut. Bir şeylerin üzerinden.

Geriye. Ta en geriye.


Biraz sonra, kapı vurulacak. Bir koşu açılacak kapı. Sonra...

Bazı şeyler var ki, anlatımsız..

Dişte bir kovuk. Bir boşluk, ta içimizde, üşüten...

Yeniden bir rüzgâr esti. Pervazlardan sızıltılar yükseldi yeniden. Fotoğraf karesi, iki elinin arasından kayıp, düştü.

Otlar, ne çabuk sarardılar.

Yağmurlar gittikçe çoğaldı. Ama dirilik getirmedi hiç. Her taraf soldu, meralar toprak rengini aldı.

Pazar akşamları, iğdenin altında, çoğu kez Recep’le bekliyoruz. O, elindeki çubukla yeri eşeliyor durmadan. “Annem dedi ki: ‘Ehl-i dildir Serap’ım. Gönlünde sevgisi yamandır. Üzülür, o yerlerde öksüz kalırsa.’ Hoşçasın değil mi?..” Yağmur, kuru dallar arasından üzerime üzerime yağıyor. Çok geçmeden yağmur yerini sulusepkene, sonra da karlı günlere bırakacak. Bu şehirde geceleri kuru soğuk oluyor. Ezgi’yle akşam yatmadan odun atıyoruz ateşe. Sobanın küçük penceresinde korlanan ateşi seyrederken, bana Kamu Yönetimi’ndeki Akın’dan söz ediyor. Laf lafı açıyor çoğu akşamlar. Sobanın başında sabahlıyoruz. Beni de konuşturmak istiyor bazı akşamlar. Tek söz anlatmıyorum.

Bir şangırtı koptu. Pencereye koştu. Görünürde hiçbir şey yoktu. Tipinin kopardığı bir dal, belki de bir camı alaşağı etmişti. Caddenin şehrin merkezine doğru giden tarafına baktı. Sarı sokak lambaları, tipinin içinde giderek sönüyor, yüz yüz elli metre ileride görünmez oluyordu.

Şimdikinin aksine, sıcak bir yaz günü. Bu yoldan Ezgi’yle şehrin göbeğindeki çay bahçelerine doğru yürüyoruz. O gün ilk defa dizlerimi örtmeyen bir elbise var üzerimde. Süt beyaz. Yürürken şehri yeniden fethedercesine, kendimden emin ve coşkuluyum. Ezgi, belediye binasının önüne kadar benimle gelecek, sonra geri dönecek. Ben çay bahçesine doğru, bu defa o kadar emin olmayan adımlarla yürüyeceğim. Gözlerim, masaları şöyle bir dolaştıktan sonra, tanıdık hiç kimseyi görememiş gibi, başım öne eğik, o köşedeki masaya doğru ilerleyeceğim ve iskemleyi çekip otururken ancak, dudaklarımdan kuru bir ‘merhaba’ dökülecek...

“Her şeyden önce çok teşekkür ederim.. Bugün buraya gelmeyi...”

Şaka yapıyor olmalı. Ellerimi masanın üzerine uyumsuzca bırakıyorum. Bir zaman pek bir şey konuşamıyoruz. Büyük camiinin dört devasa minaresi üzerimize üzerimize geliyor. En üstteki şerefeye çıksak, kim bilir oradan neler görürdük, diye atılıyorum. Bu çıkışım onu beklenmedik bir biçimde yakalıyor. Yanıt vermiyor önce. Sonra, bir çağrışımla Kocatepe’de buluyoruz kendimizi. Ankara’dan, yalnız geçen çocukluğundan, örtülü sözlerle ailesinden söz ediyor. Konuşurken yanağındaki et benine odaklanıyorum hep. Böylece gözlerimi gözlerinden kaçırmış, ama yüzümü yüzünden başka bir tarafa da çevirmemiş oluyorum. Üzerimde uzun bir yorgunluk. Anlattıklarını can kulağıyla dinlediğim halde, bir zaman sonra takip edememeye başlıyorum. Birkaç saniye önce söylediği şeyler bile çarçabuk uçup gidiyor aklımdan. Hadi, biraz da sen kendinden söz et diyor. Sıkıntıyla masanın üzerindeki kül tablasını döndürmeye başlıyorum. Korunun olduğu taraftan sıcak bir rüzgâr esiyor. Eteğimin uçlarıyla oynuyor durmadan. İçimde tuhaf bir tedirginlik hissi. Köydenim diyorum. Buraya trenle iki saat çeker. Güzel bir çocukluğum oldu. Tarlalara giden toprak yolun başında papatyalar topladım, iğde ağacının altında günde iki kez geçen trene el salladım. Derken, ilk gençlik. Liseyi kasabada okudum. Sonra, dört kapının ikisini aralamak için, buraya geldim...

Oysa ilk zamanlar canım çok sıkılıyor. Kendimi yalnız hissediyorum. Ezgi’yle ortak noktayı bulmamız için, aradan birkaç ayın geçmesi gerekiyor. Köye telefon ediyorum habire. Ahizeden yalnız sesler değil, kokular da ulaşıyor bana. Çiğdem, yaz kırması, ıhlamur. Telefonu o açıyor bir seferinde. Bize gelmiş, annem mutfaktaymış, nasılsın diyor, yalnızlık diyorum, şehir diyor, köyü özledim diyorum, bir yerin havasına, suyunA alışmak zaman alır diyor, dört kapının ikisi ilme açılır, sen oraya bu kapıları aralamaya gittin, unutma.

Gece her şeyin üstünü örttü. İşte ne istasyonun ışıkları, ne bir ses.

Perdeyi bu defa aralamamacasına sıkıca çekiyor. Şimdi gitmeli, pencereden en uzak koltuğa oturmalı. Rüzgârın ve tipinin sesini duymamak için. Yarın sabah, kar yeniden ortalığı savururken, köydeki camiyi hayal etmeli. Dört köşesindeki dört küçük minareye dört güvercinin konduğunu. Sonra, büyük minareden yükselen sesin dalga dalga yayıldığı bahçede, siyah paltolarına sarınmış insanların karda bir ileri, bir geri dolandıklarını. Güvercinlerden birinin havalanıp, savrulan tipinin arasında o taşın üzerine konduğunu, taşın üstündeki şeye uzun uzun baktığını. Çok uzun süre önce uçmuş, yorulmuş, ya da birdenbire anımsamış gibi dalgın, bir şeyleri aramaklı kalakaldığını...

Gece sustu.

Kulak verdi. Dışarıda tın yoktu. Rüzgâr, belki de dinmişti.

Kalorifer yerine bir soba olsaydı odada, tipinin dinip dinmediğini çok daha kolay anlayacaktı.

Rüzgâr eserdi, soba alazlanırdı, nehri gören o küçük odada, sobanın karşısında, korlanan ateşe bakıp Ezgi’nin kaynattığı mısırları yerdik. Akın’la Onur, ders sonrası bize geliyorlar çoğu akşam. Çivit rengi odanın manzarası daha güzel diye hep burada oturuyoruz. Akın tavlaya bayılıyor. Ben bilmiyorum, bana öğretmeye kararlı. Ezgi’nin oyuncak ördeğini getiriyorum içeriden. Onur bu kocaman şeyi konuştururken, biz gülmekten kırılıyoruz. Done’yi bırakıp, ders çalışıyoruz sonraları. Sınavlar yaklaştıkça, zarların, taşların yerine silgiler, kalemtıraşlar saçılmış oluyor çoğu kez halının üzerinde. Sohbetlerle sıkça bölünen ders çalışma partileri, biz uykusuz düşene kadar sürüyor. Sonra, onları uğurluyoruz. Ayrılırken kapının önünde yanaklarımıza bir öpücük konduruyorlar. Ezgi ne düşünüyor? Derin susuşların altında ne gizli? Büyük camiinin minareleri altında başlayan öykü, nereye doğru yol alıyor? Artık Ezgi’yle hiç konuşmuyoruz bunları. Sanki atılmış bir düğüm var. Çözülmesinden, çözülünce bir şeylerin dağılıp gitmesinden korkuyoruz. Onur da benden daha fazlasını istemiyor. Örtülü ama içten sözlerin verdiği umutla bağlanıyoruz birbirimize. Yüzüme şefkatle bakıyor caddenin sarı ışıkları altında çoğu akşam. Bu, beni yaşatmaya yetiyor...

Toprak yolun başında karşılaşıyoruz. Yanıma sokuluyor. Yanağımdan okşuyor her zamanki gibi. Tarlalar son yaz güneşinin altında yanıyor. “Eline, beline, diline... Ahir sözüm bu”, diyor. Gerisi yalan. Yürüyüp gidiyor. Arkasından bakıyorum. Salına salına sokağı dönüp, gözden kayboluyor. İki gün sonra yola çıkacağım. Buradan da bir şeyleri yanımda götüreceğim.Biliyorum.

Birden sesler yükseldi. Gecenin içinde büyüdü, büyüdü...

Oturduğu yerde kımıltısız kulak kesildi. Dışarıda bir şeyler oluyordu. Perdeyi açılmamacasına çekmişti. Dışarı bakmak istemedi. Bağırtılar tüylerini diken diken etmişti. Kalktı, mutfağa gitti. Suyu bardağa dökerken, yalnız, soğuğa meydan okuyan iki sesin birbiri içine geçmiş öfkesi duyuluyordu...

Kantinden kendimizi atarcasına çıkıyoruz. Bardaklar, kül tablaları havada uçuşuyor. Ezgi’nin çığlıkları koridorda daha da büyüyor. Akın’ı sarışın bir gencin yakasına yapışmış halde görüyorum. Nefretle bakıyorlar birbirlerinin gözlerine. Kurt ulumaları marş seslerine karışıyor çok geçmeden, hakaretler, en galizinden küfürler... O akşam Akın’ı tanıyamıyorum. Günlerce içime oturuyor bu manzara, şubat soğuğu gibi derinlerde bir şeyleri sızlatıyor. O günden sonra, neredeyse haftada bir iki kez kantin ana baba gününe dönüyor. Akın, bize gelmez oluyor artık. İçimdeki acı nasıl büyüyor. Ezgi mısır kaynatıyor yine, dalgınlıkla tabağa dört mısır koyup getiriyorum, çivit renkli odanın kapısı önünde fark ediyorum birden, içimi nasıl bir sızı kaplıyor. Bir akşam eve geldiğimde, Ezgi’yi ağlarken buluyorum. Çantamı atıp, yanına koşuyorum hemen. Gözlerini benden kaçırıyor. Kollarından çekiştirirken ansızın düşüyor gözü gözüme. Her şeyi anlıyorum. Sonraki akşamlar Onur, ben, Ezgi üçümüz oturuyoruz penceresi nehri gören küçük odada. Hep öfkeli sesleri unutturacak şeylerden söz açmaya çalışıyoruz. Ben Ezgi’nin odasından gidip Done’yi getiriyorum, yine gülelim diye. Olmuyor. Onur, konuşturmaya yeltenmişken Done’yi, gözbebeklerinde hüzün büyüyor, vazgeçiyor, bıraktığı koltuğun üzerinden Done’yi alıyorum, sarılıyorum, Ezgi perdenin aralığından dışarı bakıyor, hep birlikte susuyoruz. Akın’ın artık bize selam bile vermiyor oluşu, bir taş gibi oturuyor içimize. Kimseyi incitmemek için, zamanla iyice kabuğumuza çekiliyoruz. Bu küçük oda, tek sığınağımız oluyor. Devasa minarelerin gölgesindeki çay bahçesine bile uğramaz oluyoruz artık. Şehrin sarı ışıklı caddelerinde dolaşmaz. Oysa böyle yaşamdan uzaklaştıkça, inciniyoruz en kırılgan yerimizden. Nesi var, yangının orta yerine daldığımızda ateşin içinde bulacağız kendimizi, ve o zaman belki inciteceğiz, üzerim diye şaka yapmaya bile kıyamadıklarımızı. İncitmektense incinmeyi yeğliyoruz onun için.

Yine yaz geliyor. Camın önünden süratle geçen kavak ağaçlarını seyrederek köye dönüyorum.

Üniversiteli son yazım başlıyor.

Sonra ne olacak? Bu kan ve yalnızlık kokusunun içinde, hangi yol, bize nereye götürecek?

Üç yıl sancılar, sancıların içinde açılmış küçük mutluluklarla geçti. Bilgiyle donanırken, keşke sevgiyi de biraz daha fazla bulabilseydik.

İğde ağacının altında trenden iniyorum. Toprak yoldan yukarı doğru yürümeye başlıyorum. Üzerimde açık renk bir pantolon var. Paçalarımı çalı çırpı bürümüş. Bahar, yakıcı bir yaza gebe. Buradan ilk ayrıldığım o sonbahar gününü ansıyorum. Sarı eteğimin dizaltıma inen uçları rüzgârda savruluyor. Camiinin önünde birden Recep’le karşılaşıyoruz. Eliyle minareleri gösteriyor. Dört küçük minarenin dördü de boş. Halbuki az önce güvercin konmuştu her birine. Hava ne kadar soğuk. Tipi her tarafı bembeyaz yapmış. Kar başladı yeniden. Ve ben seni çok özledim. Hadi sarılalım yine. Teninin kokusunu duyuyorum, camiinin avlusundaki ıhlamurun kokusuyla beraber. Nerede kaldın? Çok uzun zaman oldu. Her şey ne kadar yakıcı. Söyleme öyle. Böyle bir havada. Toprağı nasıl kazacaklar? Bembeyaz. Ne güzel değil mi, hep böyle bir dünya özlerdin. “Yolumuz ilim, irfan ve insan sevgisi.” Bırak kendini rüzgâra. Saçlarını dağıtsın, oynasın eteğinin ucuyla. Ne güzel bir yaz/ne aydınlık bir kış. Yaklaşıyor. Dinle bak...

TAK! TAK! TAK! TAK!

Kapı vuruluyor. Yavaşça doğruluyor oturduğu koltuktan. Artık acelesi kalmadı. Gömleğini düzeltiyor şöyle usulca. Yüzüne rahat, huzur bulmuş bir renk vermeye çalışıyor. Gidip, kapıyı açıyor.

“Canım?..”

Karşısındaki adamın meraklı, bulanık çehresinde geziniyor bir zaman. Et beninin altındaki sorgulayan dudaklara bakarak anlamsızca oyalanıyor. “Şerife teyzem”, diyor neden sonra, “hatırlarsın fakülte yıllarında sık sık bahsederdim.”Boynuna sarılıyor. Kendisini bırakıyor. Kapıyı itiyorlar usulca. Odada, yalnız, cama vuran kar tanelerinin sesi işitiliyor bir zaman...







2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Serbest Vezin Şiir Yarışması Birincisi:

Nazım Salık

PEKİ NEDİR YA


Peki nedir ya

Ali yeşildenAkı karadan

Gökyüzünü denizden ayıran

Şafağın, grubun kızıllığını

Gözlere resmeden

Demir eriten

Cansızı yürüten

Nedir ya

Akıl değil de nedir?


Peki nedir ya

Ölümsüz kılan Edison’u

Galile’yi, Arşiment’i

Sayısız güneş açar yeryüzü

Gökyüzü kıskanır baktıkça ağaçlara

Ne yazgı

Ne tanrının hikmeti

Ne sarı öküz

Ne öküzün boynuzu

Ne kıyamet kopar

Ne gelir dünyanın sonu

Peki nedir ya gerçek olan

Bilim değil de nedir?


Peki nedir ya

Büyük kılan Mustafa Kemal’i

Gönül tahtına oturan çağlar boyu

Denizleri yol eden

Dağları aşan

İnsanı gönderen yıldıza, Ay’a

Peki nedir ya

Akıl değil de nedir?


Peki nedir ya

Zulme başkaldıran Pir Sultan’ı

Şeyh Bedreddin’i

Şairler şairi Nazım Hikmet

Destanlaştıran

Gönüllerde işleyen nakış nakış

Bir içtenlikli dil

Bir özgür bakış

Kişiyi insanlaştıran

Peki nedir ya

Akıl değil de nedir?


Peki nedendir ya

Anıtlaşır Hacıbektaş

Dile gelir dag

Dile gelir taş

Dile gelir canlı/ cansız

İmanlı/ imansız dile gelir:

“Sen büyüksün pirim

Gerçeksin

Bilimin eşiği

Çağın ışığısın

Yüzyıllar geçse de"

Aynı yolda

Aynı izde

Seni izleriz bizde

“İncitmeyiz

İncinsek de….”

Peki nedendir ya

Devleşir Hacıbektaş

Irmak ırmak akar

Ummanlaşır

Yürek yürek çarpar

Kitaplara, sınırlara sığmaz

Ülke4 ülke bayraklaşır

Onu buncasına yücelten

Peki nedir ya

Bilim değil de nedir?....







2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Serbest Vezin Şiir Yarışması İkincisi:


Ali Akdemir

GÖLGE ETME


          Ben mavi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir doğma
          Hiçbir donmuş kalıplaşmış kural bırakmıyorum.
          Benim mavi mirasım ilim ve akıldır.
          M. Kemal Atatürk


Atlasımın orta yeri, kardeşlik toprağı, deniz feneri

İlmi şafağa kanat vuran Hacıbektaş’a gelsem

Barış, sensiz bir türkü; içime sızarsın

Teyellenir söküğüm, kanım sevinir, dervişe ulanırım.


Yüreği kuşlara yakın, ne zaman elsiz, dilsiz, aç çıplak kalsa

Aşk hali, omzunu yaslar gülün tartıldığı Hacıbektaş’a

Gözü değer; güvencine ulaşır, taşar geceyi

İlim ışkınları sağar saçılan güneşten, bir bilsen

Kaybolan mallarını bulmuş gibi sevinir

Düşleri tepinir, belleğimi okşar imgeler.


Bulut yüzlüm, kanamalı iklime geldin

Sesin sevgi ve dostluktan yanaydı; buzdağının ucu aklın

Ocağı gördü. Gün ışığı ilminle yıkadın, yarınların kapısını araladın

Sözcükler biçtin gönüllere. Felsefe, gökyüzüne fıskiye

Aşkımıza göz oldun, yürekler seni kuşandı.


Toprak tenli ışığı yontan Bektaşi, gönül dağım

Bulut çobanım; güle söyle, aya tutsun yüzünü

Dokunsun aşkın sazına; depreşen yüreği türkülensin

Bir düşe ağıt yaksın, kanat vursun şafağa…


Düş, düşüngü serdiğimiz yollarda kırıldı

İlmi; Anadolu’ya düşen yağmur damlası

Yüreklerin nazargahı Derviş, düşlerin konuğu olsun

Gül yamar yırtığına, sigaraya gömer yalnızlığını

Su verir türkülere, binlerce güngülüler açar.


Gülüşüne gül ışılayan aktöreli Bilge

Yüzün gözümün ucunda, kuş yuvası ellerini aç

Velimsen, bir su vakti yeşert beni

Yeniden soluklanayım…


Biz seninle gecenin içinde bir ıslıktır.







2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Serbest Vezin Şiir Yarışması Üçüncüsü:


Veli Aslan

PİR HACIBEKTAŞ VELİ


BİR PİR TANIYORUM

Karanlığa

Işık,

Erenlere

Eşik,

Çorbalarda

Kaşık olsun,

Horasandan kalkıp,

Yurduma konan,

Bir pir tanıyorum.


BİR PİR TANIYORUM

Gönlerde umut,

Kalplerde sır,

Çöllerde su.

Ser çeşmenin başı.

Ehl-i beyt yoldaşı

Uygarlığın

Mihenk taşı.

Bir pir tanıyorum.


BİR PİR TANUYORUM

Adı,

HACIBEKTAŞ VELİ.

Bugün,

Karacahöyük,

Yarın

Edirne,

Öbür gün

Ardahan,

Silifke,

Sinop,Oğuzeli

Diyarının serveri.


BİR PİR TANIYORUM

Tüm evreni kaplayan,

Bir çağın üreticisi,

İnsanlığın önderi.

Onunla,

Vakitler hayır olmuş.

Hayırlar feth olmuş.

Şerler defolmuş.

Münafıklar mat olmuş

Münkirler berbat olmuş.


EL ELE,

EL HAKKA

DEMİŞ

Halka olmuş

İnsanlar onun etrafında

Semah dönmüşler

Asırlarca.

Aslanın ağzında

İçmişler suyu.

Mest olmuş

Anadolu insanı.

Onunla yakalamış

Birlikteliği.


BU PİR

KURTULUŞ SAVAŞINDA

GÜÇ KAYNAĞI OLMUŞ

Mustafa Kemal’e

El olmuş.

Akıl olmuş.

Gönüldaş,

Yoldaş olmuş.

İlim olmuş.

Yol olmuş gidilecek


YÜRÜMÜŞ MUSTAFA KEMALLER BU YOLDA

Bir iken bin,

Bin iken

Milyonlar olmuş Anadolu.

Sıradağlar gibi,

Dizilmiş Mehmetçik.

Korkulu düş olmuş

Düşmanlara.


GENÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ BÖYLE DOĞMUŞ

Bu güç

Hz. Ali’den,

Kerbela’dan,

Çorum’dan,

Maraş’tan,

Sivas’tan,

Sıyrılarak

Gelmiş günümüze


AVRUPA İLE YARIŞ BAŞLAMIŞ

Savaş,

Akıl savaşıdır.

Uygarlık savaşıdır.

Ölçünün

Üzerine çıkmaktır amaç.

Kimse

Bu gücü,

Bu inancı,

Bu akımı,

İşkence ile,

Yakmakla,

Yıkmakla,

Durduramaz.


AKLIN VE İNANCIN GÜCÜ BUDUR İŞTE

Ulusun,

Mantığın,

Bilimin Gölgesinde,

Aydınlık

Yarınlara diyoruz.

Ve,

Yalvaran değil.

Yalvartan.

Alan değil,

Veren.

Diz çöken değil,

Önünde

Diz çökülen,

Bir TÜRKİYE istiyoruz.







2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Serbest Vezin Şiir Yarışması Dördüncüsü(Mansiyon):

İbrahim Demir

BAŞLANGIÇ YÜZLERİMİZ


Uzadı cisimler sahte beden

dökülmüş yıldızlar çığlık topları

kasırga terkilerinde laleler

geçtiler birer birer gecelerin içinden.


Ne kara masal devleri ne göklerde saray

göz gönül şafak evrenleri

duru yakut taşan göller

benim Alevi kardeşlerim

yarışıp karıştığımız mavi...


Bir elleri güneş bir elleri ay

meşe ormanları coşkularında

okyanus düşünceler sevinç neşe ezgiden

doldular aldırmadan yokluklara

tunç kapılar kırıla kırıla

Serçeşme aşk Samanyollar

ilim server sonuna kadar.


Çakır elmalar bir alın

bir alın leylak buğular

ocak türküleri can feda

yangın düştüler sarnıçlara yangın

çölden çöle rüzgar!..


Bıkıp usanmadan altın karar

sarmaşık zamanlar yürek konca

sürgit değişim sonsuzluğu

damla kilden ırmaklar

bilinç dünya tekrar tekrar

Hızır Balı'm sözün kanatlarında.


Çelebiler dedebabalar ak sayfa Kitap

nur beldesine gül inen Ebu Türab

muhteşem renkleri mucizelerin

açılmaların anıtsal dostlukları

birikmiş doruklar büyüyen sevda

Horasan'dan bir ayak Anadolu'ya

inançları çakmak çakmak parıltı!


Alp erenler sevgi can

Çoğul erkan saydam sökün

elendi karanlığından sessiz heceler

sonra meneviş sağanaklar yeni gün

sonra şimşek şimşek heyecan

tümün keşfinde tükenmeyen taneler.


Seçkin ışık yetkin aklar

çekilmiş ufuklar arınmış deniz

şavkında sazlar mutluluk hale

dört yön bir pervane

amber esinti başlangıç yüzlerimiz.







2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Serbest Vezin Şiir Yarışması Beşincisi (Mansiyon):

Mustafa Ermiş

FAKİRİ MEYDANDA DOĞURDULAR


Biz erenler diyarından

uzak olsak bile

emanete ihanet etmeyen canlarız

"Her ne ararsan kendinde ara" diyenle

bir ulu sevdaya varanlarız.


Bir güneş ki

aşk ehline hep kendini aratır

o yüce ruh

göklere çekilmek ister

ama kalanlarına acımaktadır


Kutlu Melek ile ana bacı sultanları

Yunus - Nesimi ve Genç Abdal'ları

güneş yandırdı

güneş canlandırdı

onlar ki

güneşe doğuştan sevdalıydılar

onlar ki

insanı bilimle ayna yaptılar


Aşkın dilinden anlayan

gerçeği arayıp bulan

kendinden daha güzel bir şey söylerse:

insanlık

hakiki bilimle çağdaşlaşır

ve

özgür insan

mutlu yaşamayı

sonsuz kurtuluşa taşır


Bu yüce düşünceyle

tüm dünyadan duyulan ses

mezardakilere bile

kaldırtıp baş aldırdı nefes


Temizlendi paslanmaz yürekler

hamurlaştı taş olmuş gönüller

ölmüş gönülleri dirilten

güneşle

gözlerde yarınlar ışıl ışıl

birleşti eller zincir zincir

birleşti

sonsuza yürüyen demir yürekler


Aydınlık yarınlara

'Ali cem kardeşler' sevdasına

'ak diken' den çerağ uyandırdılar

'Teslim Taşı' sessizliğinde

gülü pazartesi

nerğisi perşembe günü kokladılar


İyiki varsın omuzdaş

iyiki varsın Hükarım

iyiki sevmişim seni Bektaşim

elma çiçeği renginde

özyapısal aydınlık yarınlar GÜNAYDIN


Dünya barışına ışık tutan

insanı insan yapan

sevgi yorulmaz

yarınlar sır dünyası

insanın insandan gayrı

dayanacağı yamaç bulunmaz


( -Ölüm denen perdeyi delen

sayıları silip birliğe yönelen

akılla

eyy (...............) aşk ışığında

'Ali'nin çadırı' nda

neler konuşulur?

-Yalnızca 'kul hakkı'

-yalnızca ilim

-yalnızca onurla yaşamak

-yalnızca insan

-yalnızca insanı

mutlu etmek konuşulur.







2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Hece Vezni Şiir Yarışması Birincisi:

Ahmet GÖKÇE 

YOLUMUZ BU



AKILLA IŞIYIP İLİMLE COŞTUK
PİR HACIBEKTAŞIN SÖZÜNE UYDUK.
BİLGİYLE DONANIP GERÇEĞE KOŞTUK
PİR HACIBEKTAŞIN İZİNE UYDUK

İLİMDEN, AKILDAN ŞAŞMADAN YAREN
BİZ OLDUK AYDINLIKGERÇEĞE EREN
IRKI, RENGİ, SENİ, BENİ BİR GÖREN
PİR HACIBEKTAŞIN GÖZÜNE UYDUK

DOSTLUK, BARIŞ, SEVGİDEKİ SICAKTA
İNSAN AYIRMADIK PİŞTİK OCAKTA
ASLANI, CEYLENI SEVDİK KUCAKTA
PİR HACIBEKTAŞIN DİZİNE UYDUK

TUTMADIK KUL, KÖLE, VEZİRİ ŞAHI
SEVMEYİZ BASKICI BAĞNAZ CENAHI
EVREN İLE DÖNDÜK SEVGİ SEMAHI
PİR HACIBEKTAIN HIZINA UYDUK

AYRIMI YAPMADAN KADINI ERİ
OKUDUK, OKUTTUK ÇAĞLARDAN BERİ
AYDINLIĞIN, ÇAĞDAŞLIĞIN ÖNDERİ
PİR HACIBEKTAŞIN POZUNA GELDİK

İZAHINDA DEVRİMLERLE IŞIDIK
UYGARLIĞI YENİ ÇAĞDA TAŞIDIK
ALTIN SÖZLERİYLE BAHAR YAŞADIK
PİR HACIBEKTAŞIN YAZINA UYDUK

DEMOKRASİ HÜRRİYETTİR YARİMİZ
LAİKLİĞE REHBER OLAN PİRİMİZ
İNCİNSEKDE İNCİTMEZ HOŞGÖRÜMÜZ
PİR HACIBEKTAŞIN ÖZÜNE UYDUK.

YÜCEDİR İLİM FEN ŞÖHRETTEN ŞANDAN
GÖKÇEYE BU İLHAM PİRİN YOLUNDAN
KABEMİZ İNSANDIR SEVGİMİZ ONDAN
PİR HACIBEKTAŞIN TEZİNE UYDUK







2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Hece Vezni Şiir Yarışması İkincisi:

Coşkun GÖNÜLLÜ 

AKILDAN İLİMDEN


ALİMİZ, VELİMİZ, KEMALİMİZ VAR
ULUMUZ AKILDAN İLİMDEN YANA
VIZ GELİR BİZLERE YAĞMUR, TİPİ, KAR
YOLUMUZ AKILDAN İLİMDEN YANA

ARKADAŞ BİR ZAHMET AÇ TARİHE BAK
KİM DEMİŞ İNSANA KABE, KIBLE, HAK
AÇTIK YETMİŞ İKİ MİLLETE KUCAK
KOLUMUZ AKILDAN İLİMDEN YANA

ASLA ARAMIZA KOYMADAN KEMİ
ÜÇ CANLA HER YERDE YAPARIZ CEMİ
MUHABBET EDEREK İÇERİZ DEMİ
DOLUMUZ AKILDAN İLİMDEN YANA

YURDUMUZ OKUYUP YAZANLA DOLU
TUTUP CEHALETİ KÖKÜNDEN YOLDU
LAİKLİK GELİNCE VATANDAŞ OLDU,
KULUMUZ AKILDAN İLİMDEN YANA

EŞİT PAYLAŞILIR NE VARSA TASTA
FAZLASI VERİLMEZ HİÇ EŞE DOSTA
OLAN, BULAN BİLEN OTURUR POSTA
ÇULUMUZ ALIKDAN İLİMDEN YANA

HEP ÇAĞDAŞ DÜŞÜNÜP HEP ÇAĞDAŞ GİYEN
ÇALIŞIP ALININ TERİNİ YİYEN
EMEĞE EN YÜCE DEĞERDİR DİYEN
SOLUMUZ AKILDAN İLİMDEN YANA

GÖNÜLLÜ COŞKUN’UM NE KADIN NE ER
YAŞARKEN CENNETTEN AYIRTMADI YER
HURİYİ KILMANI DÜŞÜNMEDİLER
ÖLÜMÜZ AKILDAN İLİMDEN YANA







2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Hece Vezni Şiir Yarışması Üçüncüsü:

Arap DEMİR 

GİZLİDİR


AKIL SERMAYEMİZ MANTIK YOLUMUZ
TEZİMİZDE İLİM İBRET GİZLİDİR.
SEVGİ İNANCIMIZ AŞKTIR DOLUMUZ
GİZİMİZDE İLİM İBRET GİZLİDİR.

UFKUMUZ DERYADIR AKIP BİTMEYİZ
HARAM OLAN YANLIŞ YOLA GİTMEYİZ
DÜŞÜNMEDEN ASLA KELAM ETMEYİZ
SÖZMÜZDE İLİM İBRET GİZLİDİR.

MİLLETLER İÇİNDE BELLİ IRKIMIZ
ALLAH’DAN ÖTEYE YOKTUR KORKUMUZ
CİHANDAN TEK LİDER ATATÜRK’ÜMÜZ
ÖZÜMÜZDE İLİM İBRET GİZLİDİR.

HER SONUCA AKIL İLE VARIRIZ
NAMERT KARŞISINDA DİMDİK DURURUZ
YANLIŞI NEREDEN BAKSAK GÖRÜRÜZ
GÖZÜMÜZDE İLİM İBRET GİZLİDİR.

KARANLIK GECEDEN ÇIKARDIK KÖRÜ
ÇALIŞTIK YILLARCA BAŞARDIK ZORU
ANLIMIZDA PARLAR MUHAMMED NURU
YÜZÜMÜZDE İLİM İBRET GİZLİDİR.

YIKTIKTABULARI HEPTEN UYANDIK
HER ACIYA SABUR İLE DAYANDIK
EŞİTLİK AŞKIYLA KAVRULUP YANDIK
KÖZÜMÜZDE  İLİM İBRET GİZLİDİR

BU İLMİN EVVELİ GELİR ALİ’DEN
İLHAM ALDIK HACI BEKTAŞ VELİ’DEN
PİR SULTAN ABDALDAN KIZIL DELİ’DEN
İZİMİZDE İLİM İBRET GİZLİDİR.

BİLGİN BİLGİCİYİZ BİLGE YAŞARIZ
AKLIMIZLA ENGEL KOMAZ AŞARIZ
CEHALET ÜSTÜNE TAM GAZ KOŞ







2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Hece Vezni Şiir Yarışması Dördüncüsü (Mansiyon):

Celal SAKINMAZ 

İLİMDEN GİDİN


Yolumda bulunmaz karanlık nokta,
Akıl ışığımdır, bilim rehberim.
Bu yola giremez gerici, softa,
Akıl ışığımdır, bilim rehberim.

Sevgi ırmağımdır, akar dilimden,
Dostluk meşalesi düşmez elimden,
Hacı Bektaş dedi: "Gidin ilimden."
Akıl ışığımdır, bilim rehberim.

Cehaletle menzil almaz insanlık,
İncinsen, incitme. Bitsin düşmanlık,
Bilimsiz her yolun sonu karanlık,
Akıl ışığımdır, bilim rehberim.

Nefsimi yok ettim, kinimi kovdum,
Serçeşme suyundan insanlık doldum,
Gerçek rehberimi bilimde buldum,
Akıl ışığımdır, bilim rehberim.

Bulurum doğruyu akıl yorarsam,
Yakışmaz özüme gönül kırarsam,
Kendimde ararım her ne ararsam,
Akıl ışığımdır, bilim rehberim.

Su ile arınmaz gönülün kiri,
Verirsem el ele olurum iri,
Aklımı dondurup kalamam geri,
Akıl ışığımdır, bilim rehberim.

Karanlık beyine ışık tutarım,
İylik denizine nehir katarım,
Cahil pazarında bilgi satarım,
Akıl ışığımdır, bilim rehberim.

Edebi, erkanı, yolu bilirim,
Gönül hazinemden sevgi veririm,
Karanlığa güneş olur gelirim,
Akıl ışığımdır, bilim rehberim.

Cehalet yok olsun, ATA yurdunda,
İlim, irfan vardır benim yolumda,
............. yolcudur gerçek ardında,
Akıl ışığımdır, bilim rehberim.







2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Gülçin KARAŞ DUMAN “Taşkıran Çiçeği” adlı öykü ile.
2. Fehmi SAĞLIK “Şeyda” adlı öykü ile.
3. Tamer KÜTÜKÇÜ “Karlı Bir Kış Gecesi” adlı öykü ile.
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Nazım SALIK “Peki Nedir Ya” adlı şiir ile.
2.Ali AKDEMİR “Gölge Etme” adlı şiir ile.
3. Veli ASLAN “Pir Hacıbektaş Veli” adlı şiir ile.
4.İbrahim DEMİR " Başlangıç Yüzlerimiz" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5.Mustafa ERMİŞ "Fakiri Meydanda Doğurdular" adlı şiir ile. (Mansiyon)
2006 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Ahmet GÖKÇE “Yolumuz Bu” adlı şiir ile.
2. Coşkun GÖNÜLLÜ “Akıldan İlimden" adlı şiir ile.
3. Arap DEMİR “Gizlidir” adlı şiir ile.
4. Celal SAKINMAZ "İlimden Gidin" adlı şiir ile. (Mansiyon)
5. Mehmet Ali ERÖKSÜZ " Olmasa" adlı şiir ile. (Mansiyon)






Hece Vezni Şiir Yarışması Beşincisi (Mansiyon):

Mehmet Ali ERÖKSÜZ

OLMASA


İnsanlık bir adım yol alamazdı
İlim bilim akıl fikir olmasa
İnsanlar gidecek yön bulamazdı
İlim bilim akıl fikir olmasa

Cehalet zinciri kırılamazdı
Çağdaş uygarlığa varılamazdı
Şanlı Cumhuriyet kurulamazdı
İlim bilim akıl fikir olmasa

Olmazdı adalet olmazdı yasa
İnsanın gönlünde bitmezdi tasa
Yollar böylesine olmazdı kısa
İlim bilim akıl fikir olmasa

Teknoloji çağa ışık tutmazdı
Tıp olmazdı dert sıkıntı bitmezdi
Başımızdan kara duman gitmezdi
İlim bilim akıl fikir olmasa

Karlı dağı yalın ayak koşardık
Doğruyu bilmezdik yoldan şaşardık
Bugün bile taş devrini yaşardık
İlim bilim akıl fikir olmasa

Türküler olmazdı çalmazdık sazı
Güneş doğsa bile bilmezdik yazı
Belki yol olurdu insanlık özü
İlim bilim akıl fikir olmasa

Demokrasi bize cevap vermezdi
Bugünden yarını kimse görmezdi
Yol olmazdı yolcu yola girmezdi
İlim bilim akıl fikir olmasa

Karanlık emele mahkum olurduk
Laik düşünceyi nerden bilirdik
Hünkar Dergahına nasıl gelirdik
İlim bilim akıl fikir olmasa

........... 'ün olmazdı adı
Dost deyip sarardık yabanı yadı
Hiç bitmezdi insanlığın feryadı
İlim bilim akıl fikir olmasa