ANA SAYFA
HABERLER
HACIBEKTAŞ
HACI BEKTAŞ VELİ
KÜLTÜR VE SANAT
HBV Anma Etkinlikleri
Gürbüz Sapmaz
Mithat Bektaş
Kazım Kalaycı
Bektaşi Fıkraları

ALBÜM
SANAL GEZİ
KÖYLERİMİZ
KÜNYE  VE  İLETİŞİM
SİTE HARİTASI






  Hava Tahmini

HACIBEKTAŞ

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

HACIBEKTAS

Kaynak: Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü

 



Buradasınız->: KÜLTÜR VE SANAT / 

2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Fehmi SALIK “Düş İçinde Gerçek” adlı öykü ile.
2. Ethem ORUÇ “Sarıksız” adlı öykü ile.
3. Burhan MENDİ “Kırlangıç Mavisi” adlı öykü ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Abdullah ORAL “Yarına Kaç Var” adlı şiir ile.
2. Mustafa ERMİŞ “Aydınlığın Türküsü” adlı şiir ile.
3. Dr. Nedim Uçar “Aydınlanma Süreci” adlı şiir ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Kenan ŞAHBUDAK “Yolum Hacıbektaş” adlı şiir ile.
2. Yücel COŞKUN “Bir Yürek” adlı şiir ile.
3. Ali Cavit COŞKUN “Hacıbektaş Öğretti” adlı şiir ile.






Kısa Öykü Yarışması Birincisi:

Fehmi SAĞLIK

DÜŞ İÇİNDE GERÇEK


Ağustos ayıydı.Cayır cayır yanıyordu yöre. Dağ yanıyordu, taş yanıyordu. Ayak değen her yer, küllenmeye niyeti olmayan bir kor parçasına dönmüştü. Lalenin "al"lığı silinmiş, papatyanın "ak"lığı grileşmişti. Sığınacak delik arıyordu börtü böcek. Dilleri birer karış sarkan köpekler, şöyle bir gölgede yan gelip yatabilmek için can atıyordu. Yukarıda bazen deveye, bazen aslana benzeyen ak bulutlar, Güneşin ateşten okları karşısında delik deşik olmaktan kurtulamıyordu...

Avuçları yanıyordu genç adamın; ayaklarının altı karıncalanıyordu. Adam, avuçlarında birer ateş topu tutuyor gibiydi; kızgın bir sacın üstünde zıplayan bir maymuna benzetiyordu kendisini. Alıp verdiği her soluk, alevden bir harman olup savruluyordu. Görünmez bir el, göğüs boşluğunu oyar gibi oluyordu. Kan ter içinde kalmıştı genç adam...

Kapanan kirpiklerini birbirinden ayırmaya çalıştı; beceremedi bir türlü. Gözleri kapalı olduğu halde, başucunda posbıyıklı, ak sakallı, başı 'arkiye'li, beli kuşaklı, uzun ak giysili, yaşlı bir adam gördü. Zangır zangır titredi bedeni. Avuçlarındaki ateşten top, erir gibi oldu. "Bu bir derviştir." dedi kendi kendine. Üst üste birkaç kez yutkundu.

Derviş konuştu önce:

"Uzat ellerini bana."

Ardından ekledi hemen:

"Ellerini bana uzat ki seni bu ateşten kurtarayım."

O da, hastanın hekime teslimiyeti gibi ellerini dervişe uzattı, kan çanağına dönen gözlerini dervişinkilere dikti bekledi.

Tuttuğu ateş topu sonucu, mıncık mıncık terleyen bu iki eli, avuçları arasına alan derviş, bu kızarmış gözlere baka baka konuştu:

"Seni bir 'dergah'a götüreceğim şimdi. 'Dergah' denince, ürkme hemen. Tutucu, gerici bir yer değil burası. İyi biliyorum, giysimi görünce bana da 'derviş' dedin şimdi. Senden 750 yıl önce dünyaya geldim. O günkü görünümüm, böyle olacaktı elbette. Şunu bil ki: 'Bir hırka, bir lokma' önerisi yapanlardan değilim ben. Başımda yaşıdığım bu 'arkiye'ye bakma sen; beynim pırıl pırıldı. Ak düşüncelerle bezeliydi belleğim. İnsanın 'öz'ünü işleyen bir yazar, bir şairdim; fırçasıyla toplumsal ilişkilerin öğesi olan gelenekleri, inançları, töreleri, bilimsel araştırmaları, barışı, sevgiyi tuvaline yansıtan bir ressamdım ben. İnanıyorum ki bu çağda bile, benim resmime bakıp bakıp duruyorsunuz."

Genç adamın gözlerindeki kızarıklık yavaş yavaş silinmeye başladı; ancak, konuşamadı yine de.

Derviş önde, o arkada, dergaha girdiler.

"Burası benim yaşadığım yerdir. Zaman zaman yapılan değişikliklerin ayırdındayım. Bu dergahın temelini ben attım. Şu anda içinden geçtiğimiz yer, 'Nadar Avlusu'dur. Sağdaki üç kurmalı bu çeşme de 'Üçler Çeşmesi'dir. Yezit'in, Hüseyin'e Kerbela'da yaptığına inat, insanların bol suya kavuşması için çalıştım ben. Çeşmenin arkasındaki bölüm, 'Ekmek Evi'dir. Canlının, yaşamını sürdürebilmesi için sadece 'su' yetmez. Boğaz yemek, mide doymak ister. Yüzyıllar boyunca insanoğlunun kavgası, 'ekmek' üstüne olmuştur hep."

Genç adamın avuçlarındaki ateş topu, iyice erimeye başladı; bedenindeki soluk kesen sıcaklığın yerini, hoşa giden bir serinlik aldı.

Ak giysili derviş, konuşmasını sürdürdü:

"Tarih, hem 'ekmeği kesilenleri', hem de 'halkın ekmeğini kesenleri' sayfa sayfa sermiştir gözlerimizin önüne. Ben yaşamım boyunca 'ekmeği kesilenlerin' yanında yerimi aldım hep; omuz omuza oldum onlarla. Ocak kurdurdum, kazan kaynattım. Sağına bir göz at şimdi: Orası da 'Aş Evi'dir. Aş Evi'nin bitişiği 'Mihman Evi'dir. Atalarımızdan bize armağan edilen güzel bir kalıt da: 'konukseverlik'tir. Kim olursa olsun; ister Arap, ister Acem olsun; kapımızı çalan herkes, baştacımızdır bizim..."

Genç adamın ayaklarındaki karıncalanma yok oldu; çöken omuzları kalktı; alnındaki ter silindi; direngen bir görünüm aldı bedeni; dili çözüldü.

"Seni tanıdım" dedi.

"Tanımazsan yazık." dedi o da. "Meydan Evi'ndeyiz şimdi. Beni iyi dinle genç adam. Dergahın en önemli yeri burasıdır. Burası bir 'bilim evi', bir 'tartışma evi'ydi benim zamanımda. Tüm 'canlar' bir araya gelirdik. Törenlerimizi burada yapardık. Tanrı'yı, gerçeği burada arardık. Doğruluğu, eşitliği, paylaşımcılığı burada bellerdik. Bugün sizin okumak için can attığınız üniversiteler gibiydi burası; daha da 'ileri'ydi dersem, inan bana. Bağnaz düşünceyi mumla arasan bulamazdın dergahımızda. Tüten bacamızdan çağın aydınlığı yayılırdı yöremize. Din korkusu, cehennem korkusu yoktu içimizde. Bir bilim adamı, bir dil öğretmeniydim ben: Türklüğü, Türkçeyi öğretiyordum 'canlar'ıma. Kitabımda 'bencillik' yoktu, 'kin' yoktu, 'kıskançlık' yoktu..."

Ulu derviş, konuşacaktı belki de; belki de 'Çilehane'den, 'Kırklar Meydanı'ndan söz edecekti; genç adama güç geldi o an; dayanamadı, araya girdi:

"Evet sen 'O'sun; sen onurdan oluşmuş o Hacı Bektaş'sın. Sen, gönülden gönüle sevgi köprüleri kuran adamsın. Cumhuriyeti, demokrasiyi muştulayan, batıl inançları yıkan, kadını 'ana/bacı' gören o hoşgörünün sahibisin..."

Genç adam da susmak zorunda kaldı; gözlerini açtığında yanında ulu derviş yoktu. Eşinin elinde mendil, alnında biriken teri kuruluyordu kadıncağız.

Uyandığına pişman olmuştu genç adam; gözlerini karşı duvardaki saatin üstünde tuttu.

"Amma da uyumuşum ha; bugün ağustosun 16'sı mı?"

"16'sı." dedi eşi.

"Hacı Bektaş'ın doğumunun 747. yılı bugün. Az önce onunlaydım desem, inanır mıydın bilmem?"

Eşi, içtenlikle ona baktı.

"İnanmaz olur muyum hiç?"

"Seninle birlikte gidecektik bu yıl Hacı Bektaş'a?"

Genç adamın, bir halk ozanı olan eşi, o andaki bir doğaçlamayla rahatlattı onu:

"Önce sağlığına kavuş hele bir;
Gelen yıl gideriz Hacı Bektaş'a.
İnan ki el verdi sana bugün pir;
Bir daha yanmazsın bunca ataşa..."







2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Fehmi SALIK “Düş İçinde Gerçek” adlı öykü ile.
2. Ethem ORUÇ “Sarıksız” adlı öykü ile.
3. Burhan MENDİ “Kırlangıç Mavisi” adlı öykü ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Abdullah ORAL “Yarına Kaç Var” adlı şiir ile.
2. Mustafa ERMİŞ “Aydınlığın Türküsü” adlı şiir ile.
3. Dr. Nedim Uçar “Aydınlanma Süreci” adlı şiir ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Kenan ŞAHBUDAK “Yolum Hacıbektaş” adlı şiir ile.
2. Yücel COŞKUN “Bir Yürek” adlı şiir ile.
3. Ali Cavit COŞKUN “Hacıbektaş Öğretti” adlı şiir ile.






Kısa Öykü Yarışması İkincisi:

Ethem ORUÇ

SARIKSIZ


Askerlik dönüşü geldim bu köye. Kente on beş kilometre, asfalta beş yüz metre. Dağ eteğinde bir Türkmen köyü. Taşın arası, kayanın başı bir yer. Okul hemen köyün girişinde. Tek derslikli, tek öğretmenli... Lojmanı küçük bir baraka büyüklüğünde.

Duvarın dibinde gölgelenen iki yaşlı kadına muhtarı sordum. "Haa!" dedi biri, "Hoca Maammet Efendi'yi soruyorsun. Tarlada; aaşama doğru gelir." İçimden, Hoca Maammet Efendi... diye mırıldandım. Gücünü hissettirmiş biri dedim kendi kendime. Yine kendi kendime, acele etme, önyargılı olma, dedim. Okulda, muhtarla, imamla üçlü oluşturmamızı, cehaletle, kara çarşafla, üfürükçülükle savaşmamızı az mı telkin etmişlerdi. Öyle ki, kaza yerine yetişecek cankurtaran sürücüleri gibi hissediyorduk kendimizi. Heyecanlıydık. Buna karşın deneyimsizdik, donanımsızdık. Bir şey daha vardı, kız çocukların okula devamını sağlamak. "Kadını okutun, kadını okutmayan millet yükselemez. Anası okumayan milletlerin anası ağlar" sözlerini az mı yinelemişti meslek dersleri öğretmenimiz.

Gün batımı tarla dönüşü başladı. Atıyla, eşeğiyle, kadınlı erkekli gruplar halinde geliyordu köylüler. Ayaklarında ya edik, ya da lastik çizme vardı. Erkeklerin tamamı, kadınların bazıları aba giymişlerdi. Yoksullukları yüzlerinden okunsa da neşeliydiler. Konuşkan, şakacı oldukları ilk bakışta anlaşılıyordu. Tarla dönüşü kadınlı erkekli şen şakrak, gelişleri, kadın/erkek kaç göçü yaşanmadığının dışavurumuydu. İçlerinden kısa boylu, çelimsiz, güneş yanığı, kırk/kırk beş yaşlarında biri bana doğru geldi. "Yeni gelen öğretmensiniz herhalde. Hoş geldiniz." dedi. Teşekkür ettim. "Ben Muhtar Memet Kavlak. Köylü, 'hoca' der; bir türlü 'muhtar'a alışamadılar." Oysa sakal, sarık, takke, tespih gibi hiçbir simge taşımıyordu.

"Haberimiz olsaydı, lojmanı önceden hazırlatırdık. Yarın bir güzel yıkatır, badana ettiririz." dedi Muhtar. Beni evine konuk etti. Yemekten sonra "hoş geldin"e gelenler oldu. Muhtar gelenleri, birinci, ikinci, üçüncü kurul üyeleri diye tanıttı. Yatma saatine kadar köyden, köyün geçim durumundan, insanlarından, komşu köylerden söz ettiler.

Ertesi gün muhtar tarlaya gitmedi. Lojmanı kireçle badana ettirdikten sonra iyice temizletti. Oturulur duruma getirdi. Köy bekçisinin de yardımıyla lojmana yerleştim.

Lojmanın önündeki çınar ağacının koyu gölgesine oturduk. Birkaç yaşlı köylü daha geldi yanımıza. Çay demledim. Bir taraftan çay içiyor, bir taraftan konuşuyorduk. Köyün ikinci öğretmeniymişim. Selefim askere gitmiş. Okulun üçüncü öğretim yılıymış. Öğrenci sayısı altmış kadarmış. Kendi kendine, bir de askerde öğrenenlerden başka okuma yazma bilen yokmuş. Muhtar, kent merkezindeki kurslarda, cami köşelerinde yatıp kalkarak öğrenmiş Arapça okuma yazmayı. Yeni yazıyı da kendi kendine öğrenmiş. "Yeni yazıyı öğrenmem zor olmadı." diyor.

Köyle ilgili çok şey öğrendim kısa sürede. Muhtar, gereken bilgileri veriyordu farkında olmadan. Ya da bana öyle geliyordu. Okul yaptırmak için verdikleri uğraş ilginçti.

"Kurt Musa, Kara Memet, bir de ben" dedi, "Milli Eğitim Müdürlüğü'nün kapısını aşındırdık. Her gidişimizde bir bahaneyle bizi geri çevirdiler. Bizim köy plana alınmamış... ödenek yokmuş... öğretmen sıkıntısı varmış... Anam kaçtı, babam kovaladı türünden bahaneler. Usanmadık. Edecek bahaneleri kalmayınca, bedelsiz okul yeri göstermemizi, sıra, karatahta temin etmemizi istediler. Kabul ettik. Kel Veli muhtardı o zaman. Yaşlı, sümsüğün biriydi. Okul yerinin belirlendiğini, bedelsiz olduğunu bildirir bir karar aldırdık Köy İhtiyar Kurulu'na. Kararı götürüp koyduk Milli Eğitim Müdürü'nün önüne. Arkadaşlarla okul okul gezdik, sıra, karatahta, masa, sandalye, ne verdilerse aldık." Kısaca dilendik desene muhtar dedim. "Ne sayarsan say, başardık ya!..." dedi.

Hizmet etmenin, başarmanın mutluluğu seziliyordu konuşmalarında. "Biz yaptık" diyordu. "Ben olmasaydım" gibi böbürlenme, bencillik yoktu. Doğal bir anlatımı vardı. Gözlerinin içi gülüyordu anlatırken. Sabırsızlandım. Kız çocuklarının okula gönderilip gönderilmediğini sordum. "Sorma!" dedi muhtar, "utanmasalar askerlik çağındaki gençleri bile okula yazdıracaklar. Kızlar için, 'Askere gidip de çavuş mu olacak? Vali konağında katiplik mi yapacak?' diyorlar. İşini aşını bilsin yetermiş. Kızın yeri kocasının yanıymış. Zaten on üç/ on dört yaşlarında evlendiriyorlar. İlkokuldan sonra okuyacaklarını sanmıyorum. Daha göreceksin, bizim köyün kafası apış arasındadır. Beş kız yazdırabildik ancak. Köylü, kız çocuğunun önüne üç oğlak, iki uyuz keçi katar otlatmaya gönderir. Yetişkinlerini tarlada çalıştırır."

Uyanık bir köylü, aydın bir muhtar, çağdaş bir hocaydı karşımdaki. Gittikçe meraklanmaya başladım. Kitaptan, okumadan söz açtım. "Oku, dinimiz emridir;" dedi, "hem de ilk emri.Ayette, 'Bizi güt demeyin; bizi gözet deyin' diyor. Sürü olmak, güdülmek istemeyen okur." Kulaklarıma inanamıyorum; dinledikçe, böylesi bir insanla çalışılmaz da ne yapılır diye kendi kendime mırıldanıyorum.

"Belki de şaşırdın" dedi, "bu nasıl hoca, diye! Sarık yok, sakal yok!..." Aklıma gelmedi değil, dedim. "Sarıkla sakalda keramet olsaydı, en büyük sarığı sarar, kucak dolusu sakal bırakırdım." dedi. Cüzdanından yıpranmış, soluk bir fotoğraf çıkararak bana uzattı. Muhtar'ın gençlik fotoğrafıydı. Fotoğrafta ayağını ve başını göstererek: "Buna çarık, buna da sarık derler. Yoksulduk, çarık giyerdik eskiden. Çarığı çıkaralı çok oldu; ne yazık ki sarığı çıkaramadık!" dedi.

Bir pazar günü köyün çevresinde gezintiye çıktım. Köylünün tarla dediği yerlerin çoğu halı/kilim büyüklüğünde!... Adım kare, kulaç kare yerler. Taşın, çalının arası. Toprak kıpkırmızı. Çift süren erkeğin arkasında kadın, elinde kazmasıyla hazır bekliyor. Öküzün giremediği, sürerken saban değmeyen yerleri kazıyor. "Ekmeğini taştan çıkarmak" diye buna derler dedim. Tilkinin bakır sıçtığı yer. Yaşamaya yürek ister. Yamaçlardaki zeytin ve incir ağaçlarından sonra başlayan makilikte köyün keçileri yayılıyor.

Kendi kendime, okulun varlığını hissettirmem gerek dedim. Olağanüstü bir çaba göstermeli, öncelikle bir kitaplık kurmalıydım. Öğrencilerime şehvet derecesinde bir okuma zevki aşılamalı, okuma tadı vermeliydim. Bunu başarabilirsem, fitili ateşledim sayacaktım. Yetişkinlere de okuma yazma kursu açmalıyım diye düşündüm. Bakalım isteyecekler miydi? Kafamda birbirinden güzel tasarılar şekilleniyordu. Ya gerçekleştiremezsem diye içimde bir kuşku vardı. Fikirler kafada ve kağıt üzerinde güzel olabilirdi. Uygulanabilirliği önemliydi. Birden meslek dersleri öğretmenimin okul bitirme konuşmasını anımsadım:

"Köye yalnız abc öğretmeye değil, köyü uyandırmaya gidiyorsunuz. Okulun kapısını arkasına kadar açık tutacaksınız. Köyün suyu, kuyusu, çeşmesi, köy içindeki gübre yığını, köydeki salgın hastalık da sizin sorununuz. Başarmak için kendinizi kabul ettireceksiniz. Saygınlık kazanacaksınız. Sürekli okuyup araştıracaksınız. Kendinizi mezun olmaz öğrenci sayacaksınız. Öğretmenlik gibi içi doldurulmaz, geniş bir elbise giydiniz. İçini doldurmak size düşüyor. Toprağa tutturulmuş fidan gibisiniz. Fidan su ister, gübre ister, çapa ister... yoksa cılız kalır. Cılız kalmayın." demişti.

Akşam yalnız kalınca bir liste yaptım. Köyün, köylünün durumunu anlatan bir de mektup metni hazırladım. Başta öğretmenlerime, tanıdıklara, birkaç yayınevine, bazı okullara hazırladığım mektubu gönderdim. Böylece bir kitap toplama kampanyası başlatmış oldum.

Uzun kış geceleri gelip çattı. Muhtarla hemen her akşam beraberiz. Bazen de birkaç köylü geliyor. Bol bol çay içiyor, biraz da laflıyor, benim cızırtılı pikaptan türküler dinliyoruz. Muhtar, Mahzuni Şerif'in, "Yaşamaya geldim ben de dünyaya / Elimden kolumdan bağlama beni / Komşular gidiyor yıldıza aya / Dağların başında eğleme beni" türküsünü çok sevdi.

Muhtar'a böyle laflamakla olmaz; birlikte kitap okumaya ne dersin, dedim? Olumlu karşıladı. Reşat Nuri'nin "Yeşil Gece"sinden başlamayı uygun buldum. Roman kahramanı Şahin'in bir medrese öğrencisi oluşu muhtarın oldukça ilgisini çekiyor, Şahin'le kendini adeta özdeşleştiriyordu. Şahin'in medreseden ayrılarak öğretmen oluşunu, bilime önem verişini, cehaletle savaşımını takdirle karşılıyordu. Kitap bittiğinde devamını sordu. Devamı yok, birbirinden güzel kitaplarım var dedim. Sırasıyla "Yaban"ı, Bizim Köy"ü, "Tırpan"ı, Atatürk'ün, 'Siz, bizim her zaman ve her vaziyette mefkure arkadaşımızsınız' dediği, "Nazillili Hacı Süleyman Efendi"yi okuduk. Yaban'da, Ahmet Celal'in Türk aydınına seslenişini, Bizim Köy'deki köy sorunlarının dile getirilişini, Tırpan'daki Uluguş Nine'yi ilgiyle dinledi. Bazı bölümleri yeniden okuduk. Her kitap bittiğinde üzerinde konuştuk. Hacı Süleyman Efendi'nin, 1920'lerde söylediği, "Bugün köylerde ufak ufak okul yapmak, şehirlerde büyük büyük cami yapmaktan daha hayırlıdır. Erkeklerin okuması ne kadar gerekli ise kızların okuması da o nispette önemlidir. Belki de daha önceliklidir. Mutsuz Anadolu halkı kadar bilgisizlik çukurunun derinliklerinde çırpınan dünyada başka bir ulus yoktur. Cahilin dindarından da hayır gelmez. Cehaleti yok etmedikçe bu dünyada var olmamız mümkün değildir. Eğitim düzeni olmayan bir milletin medeni düzeni de olmaz." sözlerini özenle defterine yazdı. Ne yazık ki akşam okumalarımıza ortak olacak üçüncü bir kişi yoktu.

Yazdığım yerlerden gönderilenlerle küçük bir kitaplık kurduk. Her ay başı, özveride bulunarak aldığım üç/dört kitap ekliyordum. Kitaplık gün geçtikçe büyüyor, sınıfta günde bir saat serbest okuma yapıyorduk.

Bir sabah derse girdiğimde tüm sınıf kıkır kıkır gülüyordu. Niyesini sordum; "Veysi kız kaçırdı öğretmenim!" dediler. Önce şaşırdım, sonra ben de güldüm. Daha evlenmeden kayınpeder olmuştum!

Bir dinlence dönüşü muhtarın ölüm haberiyle sarsıldım. Aniden hastalanmış. Üç gün içinde ölüvermiş. Hem köy için, hem benim için büyük kayıptı. Tutunduğum dal kırılmış, köyün eski tadı kalmamıştı. Kendimi boşlukta hissettim. Muhtarın yokluğuna alışmak zordu. Benim için çölde bir vaha, geçitte atlama taşıydı...

Köyde üç yıl kaldım. Köylüler bana, daha doğrusu öğretmene karşı oldukça saygılıydılar. Gözleri gönülleri tok, yürekleri düğün sofrası gibiydi. Üç yıl içinde üç cinayet işlendi köyde. Kimyonlu tuzu, domates salçasını ekmeğine katık ederek kuruş kuruş biriktirdiklerini avukat parası yapıyor, yargı masraflarına harcıyorlardı. Çağırsan duyulur yakınlıkta da olsa kent kültüründen hiç etkilenmemişlerdi. Gene de çok sevmiştim. Aklımın ucundan bile geçmezken, 'ertelenemez bir zorunluluk' köyden ayrılmama neden oldu. En az bir on yıl çalışmayı düşlüyordum.







2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Fehmi SALIK “Düş İçinde Gerçek” adlı öykü ile.
2. Ethem ORUÇ “Sarıksız” adlı öykü ile.
3. Burhan MENDİ “Kırlangıç Mavisi” adlı öykü ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Abdullah ORAL “Yarına Kaç Var” adlı şiir ile.
2. Mustafa ERMİŞ “Aydınlığın Türküsü” adlı şiir ile.
3. Dr. Nedim Uçar “Aydınlanma Süreci” adlı şiir ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Kenan ŞAHBUDAK “Yolum Hacıbektaş” adlı şiir ile.
2. Yücel COŞKUN “Bir Yürek” adlı şiir ile.
3. Ali Cavit COŞKUN “Hacıbektaş Öğretti” adlı şiir ile.






Kısa Öykü Yarışması Üçüncüsü

Burhan MENDİ

KIRLANGIÇ MAVİSİ



1960'lı yıllar... Erken gelen bir kış. Bir ikindi üzeri. Şimdilik gökyüzü pırıl pırıl. Ama, hava giderek soğuyor. Akdeniz'i koklayarak gelen bulutlar görülüyor uzaktan, salkım saçak. Adana'nın kenar mahallelerinden biri. Narlıca... Herkes güneşi avuçluyor burda, usulca. Güneş, belki de, Allah'ın bu insanlara uzayan sımsıcak eli.

Demiryoluna paralel uzanan Boklu Dere'nin kenarına sıralanmış yumru yumru evler. Bu evlerin önünde, güneşe karşı yatan insanlar. Kimi sırtını vermiş, yüzüstü kapaklanmış yere; kimi çıplak ayaklarını uzatmış yatıyordu yerde, sere serpe. Bir yanda pislik içinde akan Boklu Dere, diğer yanda tezek kokan evler. Keçiler, inekler ve anıran eşeklerle dolu evler. Yamalıklı sokaklar, daha gün batmadan kapanan perdeler, pencereler. Kahveleri, yorgun, sıkıntılı, aç fakat namuslu insanlarla dolu... Sokaklarda yürürken oflayıp puflayanlar çoğalmış. Hele Boklu Dere'nin kenarında oturanların hali bambaşka. Alıştıkları için pis kokuyu sindire sindire içine çeken, çene çalan insanlar. Arada bir, konuşmalarını kesen posta, banliyö ya da marşandiz trenlerinin gürültüsü suratlarını yalayarak geçiyor. Dere kenarında koşuşan, el sallayan, vagonları taşlayan, trendekilere çükünü uzatmak isterken Boklu Dere'ye yuvarlanan çocuklar...

Gecikmiş bir posta treni geçti, çok geçmeden, acı acı düdük çalarak. Asker yüklüydü, besbelli. Ta uzaklardan başlayan bağrışmalar, sallanan el, kol ve mendiller. Kimi gömleğini çıkarmış, mendil gibi sallıyor, kimi bir türküdür tutturmuş "Annem beni yetiştirdi. Bu vatana yolladı" diye. Kim bilir, koca yaylamızın hangi bucağına çekip götürüyordu bu tren onları...

Tren bir kuş sürüsü gibi geçip gitti, gözden kayboldu. Ardından, bir ihtiyar, çökmüş belki de çökertilmiş bir adam. Bastonuyla güçlükle geçti demiryolunu. Uzun boylu, kırılgan bakışlı, mavi gözlü bir ihtiyar... Arada bir duruyor, etrafı tarıyordu yumuk gözleriyle. Dere kenarında oturanlardan biri: "Kim bu moruk?" diye ihtiyarı gösterdi yanındakilere, alayla ve gülerek. Herkes ayağa kalktı, alaylı alaylı bakışlar fırlattı ihtiyara. İhtiyar, Boklu Dere üzerindeki tahta bir köprüyü geçti. Bakışları ürkütücüydü; fakat sempatik bir çirkinliği vardı yine de. "Hapisane kaçkını!" diye seslendi biri gerilerden, sırıtarak. İhtiyar, aldırış etmiyordu bu sözlere. Kısa adımlarla, dura dura yürüyordu. Uzaktan, elindeki bastonu görenler, kör bir dilenci sanırdı onu. Geriden, kendisini izleyen gürültü yığınına baktı, iç çekerek. Etrafındaki yamru yumru evleri süzdü, tek tek. Kapılarına baktı, biraz da gülümseyerek. Acaba hangi kapı açılacaktı önünde? Hangi kapıdan bir göz, sıcak bir el gibi uzanacaktı kendisine? Bu düşüncelerle doluydu ihtiyar, umutluydu en azından. Ama hiç bir belirti de yoktu görünürde, umudunu yeşertecek. Üstelik, aralık olan kapılar da kapanıyordu yürüdükçe, tek tek ve bilerek. İhtiyar, az ötede gözüne kestirdiği kapalı kapının önünde durdu, bir süre bekledi. Arkasından gelenlere baktı, başını salladı: "Sanki ayı oynatıyorlar." diye söylendi. Bir süre bekledi. Gökyüzüne baktı "Allah'ım sen bana sabır ver." dedi içinden. Döndü, az ilerde suratına çarpılır gibi kapanan kapıyı süzdü. Kimse kapıyı açmayınca, önündeki kapıya baktı, hınçla. Geriye doğru çekildi, biraz da öfkelenerek .Herkes "Ne yapacak bu adam?" diye bakışıp dururken, ihtiyar birden ileri atıldı, kapıya öyle bir omuz vurdu ki... İçerdekiler dışarı fırladı, kırık kapıya değil, kapıyı kırarak, olduğu yerde soluyan ihtiyara baktı, nefretle. İhtiyar, derin bir nefes aldı olduğu yerde, soğukkanlılıkla. Üstüne yürümek, kendisini dövmek isteyenlere el kaldırmadı; ama öyle bir bakış baktı ki, öne atılanlar bu bakış altında ezildi, çakılıp kaldılar kapı önünde.

İhtiyar, biraz bekledi, çeki düzen verdi kendine. Konuşmaya başladı çok sürmeden, yerdeki kırılmış kapıyı göstererek: "Korkmayın! Sakın beni yanlış anlamayın. Kötü bir niyetim yok. Ama size söylemek istediğim bir çift sözüm var; Ben, okul kapısı görmedim. Hayatı, demir kapıların ardında öğrendim, acıyla, sabırla... Orada yettim, yetiştirildim. Hapisane müdürüm öğretti okuma yazmayı. Ne baba adamdı be! Halden anlardı. İftiracıya, namus düşmanına hiç yüz vermezdi, acımasızdı onlara nedense. Ama benim gibi bir fabrika işçisine, elinde olmadan elini kana bulamış olanlara sahip çıkar, ezdirmezdi onları kimseye. Hatta benim gibi olanların çoğuna harçlık verir, nasihat ederdi. Gerisine kulak asma..." dedi, hüzünlü ve yüksek sesle. "Korkmayın, sizler gibi olmasa da, konuşmasını bilirim. Buraya nereden geldiğimi, şimdiye kadar kaç kapı deyneklediğimi, kaç kapının yüzüme çarpıldığını, kaç gün kapılarda süründüğümü anlatmayacağım size. Aslında bu kapı, bir dost kapısına benziyordu. Umarım öyledir." dedi giderek alçalan bir sesle. İhtiyar, bu sırada, üşüyen ellerini ovuşturuyor, ısıtmak için de, sık sık koltuk altlarına sokuyordu. Çevresini süzdü, Onların korku ve şaşkınlık dolu bakışları arasında konuşmasını sürdürdü:

"Konuşmadığınıza göre, beni dinlemek istiyorsunuz gibi geldi bana. Dinleyin öyleyse!" Bu sözleri söylerken, birden, kendisini bir kürsüde sandı. Yeniden kendisine çekidüzen verir gibi yaptı, üstünü başını çırptı. Ses tonunu değiştirdi, daha ağlamaklı bir sesle konuşmasını sürdürdü. Önündeki kapıyı göstererek: "Bu kapı, elimde kalan ilk kapı. Yüzüme çarpılan öteki kapıları da böyle kırmak isterdim. Kaçmayın, size bir şey yapacak değilim. İnsan, hele benim gibi bir insan, fırsat bulup konuşmazsa, çatlar. Benim gibileri her yerde içini dökemez, derdini açamaz kimselere. Duygu ve düşüncelerini içinde saklayan kişi, sıradan bir hamaldan çok daha yorgun, çok daha sıkıcıdır. Eğer her iki yükü birlikte çekiyorsanız, benim gibi olursunuz işte. Nerde, ne zaman, nasıl patlayacağı bilinmeyen serseri bir bomba. Suç işlemek için değil, çatacak, bağırarak konuşacak, içini boşaltacak adam ararsınız, yana yakıla."

İhtiyar, ellerini geriye doğru attı, iç çekti birden. İstemiyerek böyle bir davranışta bulunduğu için pişmanlık duyuyordu. Davranışları, bu pişmanlığın belirtileriyle doluydu. Kendi kendine söyleniyor, kafasını yumrukluyordu ara sıra. Gözünde beliren birkaç damla yaşı elinin tersiyle silerken, diğeriyle de, gittikçe dağılan, alnına düşen saçlarını topluyordu. Elini, selam verir gibi alnına götürdü; gözüne vuran güneş ışıklarını süzerek, uzakları taradı, bir bir. Havası giderek azalan kamyon lastiği gibiydi ihtiyar, ağır ve sessiz. Birden, gözüne, ahşap, iki katlı, eski bir ev ilişti. Pencerelerine baktı bir süre. Konuşmasını ona bakarak sürdürdü, istemeyerek ve gülümseyerek:

"Boğaz'a açılan ne pencereler var, bilir misiniz? Ama siz nereden bileceksiniz ki... Kimi düdüklü tencere gibi yuvarlak, yusyuvarlak; yeşile, sarıya, maviye çalan pencereler... Bazen de gökyüzüne açılan pencereler görürsünüz. Bulutlara kucak açan geniş pencereler, havuzlu mavuzlu. Ama ben, sokağa açılan pencereleri severim nedense. İçinde çoluk çocuğun bekleştiği oynaştığı, yaşlıların oyalandığı, sancılandığı pencereler; yamalıklı çorapların, mendillerin, gömleklerin sarktığı pencereleri..." dedi, iç çekerek.

İhtiyar, sakalını sıvazladı, bastonunu yere vurdu, sertçe. Önünde, parçaladığı kapıya baktı, uzun uzun. Bitmemiş bir mektup gibiydi bu kapı. Onu okumaya başladı yine: "Kapınızın üstüne değil, yüreğinize; 'Kapım herkese açıktır' diye yazmalıydınız. Onu daha güzel okurdum" dedi, üzülerek. Üzerinde, eğreti duran elbisesini göstererek: "Benim böyle göründüğüme bakmayın. Benim kapım herkese açıktır. Onu, kimseye, ama hiç kimseye kapatmadım..." dedi, ağlamaklı ve sert biçimde.

Sonra, yine yerdeki kırık kapıya baktı uzun uzun. Sokağa açılan bir okul gibiydi ihtiyar. Şu anda herkes onu isteyerek ve saygıyla dinliyordu. "Kapı deyip geçmeyin. Hastane kapısı başkadır. Görüş günlerinde, eğer arayan soranınız varsa, sevgi kokar, umut kokar; yoksa acı kokar, bu kapılar. Bazen sevgiyle açılan kapılar da görürsünüz, bir hemşire ya da bir doktorun yüzünde. Ama hapisane kapıları öyle mi ya? Açlık, hırsızlık, cinayet ve kin kokar. Demir kapılar, hakimin kararları gibi dikilir karşınıza, açık seçik, sert ve acımasız. Ya gardiyan kapısı! Allah kimseyi o kapıdan içeri sokmasın. Kafanda ne kapılar açılır, bilemezsin. Ölüm, bu kapı ardında kalmaktan çok daha güzeldir o zaman." dedi ağlamaklı ve kin dolu bir sesle. Durdu, dinleyenlere baktı istemiyerek. Sesindeki çığırtkanlık değişiyor, giderek, karşısındakilere öğüt veriyormuş gibi alçak sesle konuşmasını sürdürüyordu.

Güneş, zaman zaman kayboluyor, çıkıyor, yine kayboluyordu. Bulutlar iyice sakmış, kararmıştı. Derken iri iri yağmur taneleri düşmeye başladı, tek tük. Hala konuşmayan, konuşamayan, neye uğradığını bilmeyen insanlara baktı, başını sallayarak. Birden, "Niye öyle bakıyorsunuz bana, gıcırdamaya hazır kapılar gibi. Demek beni anlayamadınız. Türbe kapıları gibi suratınız, soğuk ve anlamsız." dedi, biraz da kızışarak. Derin bir nefes aldıktan sonra, konuşmasını sürdürdü, yumuşak, öğüt verir gibi. "Oysa öyle kapılar, öyle kapılar var ki evrende... Biri bu dünyaya, diğeri öbür dünyaya açılan kapılar... Allah'ın kapısında namaz kılıp dua ederken, nurlu kapılar açılır kimi zaman. Ama o kapının ne anahtarı vardır ne de kulpu. İnançla açılırsa yüreğiniz, elleriniz gibi göğe doğru, kendiliğinden açılıp kapanan kapılar görürsünüz, masmavi. Nice ermişler vardır, Hoca Nasrettin gibi, göle yoğurt çalar; ardından sonsuza dek bir umut kapısı açılır. Bir Mevlana çıkar; inançları, renkleri, dilleri, düşünceleri ne olursa olsun, dergahının kapısını açar, tüm insanlara. Bir Hacı Bektaş Veli çıkar "İncinsen de incitme" der. İşte, hepimiz, böyle umut kokan kapıları açan insanların ardından gitmeliyiz." dedi, iç çekerek, dura dura.

İhtiyar, son sözlerinin üzerine basarak konuşuyor, karşısındakileri tek tek ve gülümseyerek yokluyor, konuşmasının belki de sona ermek üzere olduğunu bildirmek istiyordu onlara. Bu defa, sağ eliyle çevresindekileri çember içine alıp gösterirken, biraz da ağlamaklı ve alaylı bir sesle konuşmasını sürdürdü. "Anladınız mı şimdi, kapıdakiler?" dedi üzülerek ve yüksek sesle.

Bu son sözleri yağmurda ıslanıyordu artık. Birden kendisini dinleyenlere kucak açtı ihtiyar. Kimse yerinden kımıldamadı yine de. Onlara doğru atıldı, koştu birden. Yerde, annesinin eteğini çekiştiren küçük bir kız çocuğunu kucakladı, geri çekildi. Annesinin kendisine fırlattığı ters bakışa, bağırıp çağırmasına aldırmadan. Ağlayarak konuşmasını sürdürdü. "Ne olur." dedi, elindeki küçük çocuğu göstererek. "Hiç değilse bu kapıları açık tutun, sevgiyle." dedi, kucağındaki küçük kızın sarı saçlarını okşayarak.

İhtiyar, yorgun bacakları üzerinde titremeye başladı. Kucağındaki çocuğa, yerdeki kırık kapı parçalarını toplayıp, bir demet çiçek gibi uzattı, verdi usulca. Çocuk, hiç de tanımadığı bu adamın yüzüne bakıyor, yağmurun yumşattığı saçını, kirli sakalını ovuşturuyordu. Arada bir bıyıklarını çekip sündürüyordu ihtiyarın, evindeki bebeğiyle oynar gibi.

Çocuğu yere indirirken, ihtiyar yığılıverdi olduğu yere, ansızın. Bir ara herkes koşmak istedi, fakat duruverdiler nedense. "Durun! Ne olur ne olmaz." dedi biri gerilerden, biraz da korkakça. Bir diğeri: "Adamın eli koynunda... Tabancası olabilir." diye ekledi, ondan daha ürkek ve saygısızca. İhtiyar ne çırpındı, ne de kıvrandı, olduğu yere yığılıverdi.

Çocuk, adama sarıldı. Olan bitenden haberi yoktu zavallının. Ceplerini karıştırıp duruyordu ihtiyarın, onunla oynar gibiydi. İhtiyarın, belki de hapisteyken yaptırdığı, renk renk, boncuklu, işlemeli bir tespihi bulup çıkardı cebinden, merakla. Püsküllü, üzerinde belki de ihtiyarın adının baş harfleri yazılı güzel bir tespih. Çocuk, onun ne işe yaradığını anlamamış olacak ki kolye gibi boynuna taktı. Ararken, bir de fotoğraf buldu, iç ceplerinin birindeki, yırtık, meşin kaplı cüzdanın içinden. Baktı, baktı, baktı... "Anne bak, anne bak." diye, korkudan, bir türlü kalabalığı yarıp yanına gelemeyen annesine gösteriyordu, elindekini, yerinde hoplayarak, zıplayarak, uzaktan, sevinçle. Arada bir fotoğraftakilere öpücük konduruyordu, küçük, kırmızı, midye dudaklarıyla. Fotoğrafta, kendisi gibi üç dört yaşlarında, sarışın, dalgalı saçlı, küçük bir kız vardı, babasının boynuna sarılmış gülüyordu... Fotoğrafın altında büyük harflerle "KIRLANGIÇ MAVİSİ" yazılı. Çocuk, o anda, ayaklarının ucunda, salyangoz gibi kıvrılıp duran adama baktı, göz ucuyla. Fotoğrafta olduğu gibi, uzandı, ona sarıldı, onu öptü, öptü, öptü... Sonra da, çarpık çurpuk konuşmalarıyla "Bak, bak..." diye elindeki resmi gösteriyordu, hâlâ kendisine baktığını sandığı ihtiyara. O anda halk, sanki donmuştu, taş kesilmişti.

Akşam üstü evine dönerken bir raslantı sonucu, bu tedirgin ve suskun kalabalığı gören Narlıca'nın Yusuf Dede'si kalabalığa doğru yürüdü, biraz da hızlanarak. Kalabalığı yardı; az ilerde, ihtiyarı gördü. İhtiyar yırtık pırtık, üstü başı dökülmüş, bir paçavra yığını gibi duruyordu yerde. Yanında, onunla oynayan çocuğu gördü, hayretle. Sonra, arkasında duran, donmuş kalabalığa baktı, iğrenerek. Döndü, bir defa daha baktı bu korku yığınına, hınçla. "Allah büyük." dedi, kendi duyabileceği kadar alçak bir sesle, mırıltıyla. Tekrar, yerde, ayağının ucunda, dünyasını çoktan değiştirmiş olan dünyalıya baktı, uzun uzun, iç çekerek. Gözleri gökyüzüne asılı duruyordu ihtiyarın. Eğildi, onları kapadı, bir bir. İhtiyar çoktan uçmuştu, adres değiştirmişti. Narlıcalı Yusuf Dede kalktı, "Ne yapacak?" diye, kendisini merakla izleyen kalabalığı süzdü, tek tek ve yutkunarak..

Derken, selâ verdi bir garip için, içlenerek. Yusuf Dede'nin, yüksek perdeden, çok duygulu, hüzün verici bir sesle okuduğu selâ, dinleyenlerin gözlerinde ıslanıyor, ıpılık gözyaşlarına dönüşüyordu. Selâ bitince, bu defa kalın ve gür bir sesle, Yunus'tan söylemeye başladı. Belli ki gün görmüş, yetmiş, yetişmiş bir ihtiyardı Yusuf Dede.

"Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk suyunan yuyalar
Şöyle garip bencileyim."

Can Yunus'tan sonra, Hacı Bektaş Veli'yi çaldı diline. Suskun kalabalığı süzerek yavaş fakat gür sesle okumaya başladı.

"Hararet narda, sacda değildir.
Keramet hırkada, tacda değildir,
Ne arar isen kendinde ara
Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir."

Okudukça, her dize, dizelerdeki her sözcük, gözlerinden boncuk gibi dökülüyor yanaklarına, ak sakalından süzülüyordu, damla damla. Mendilini çıkardı, katlanmış haliyle sildi gözlerini, iç çekerek. Durdu, biraz bekledi, ardından bir de Fatiha okudu içinden, elini gökyüzüne açarak yüzüne çaldı. Bu defa orada bulunanlar da katıldı, el açıp dua etti, biraz geç de olsa, acıyla ve saygıyla.

Akşama doğru bir posta treni daha geçti ağır ağır. İçindekiler, el sallıyordu kalabalığa, bilmeden... Yusuf Dede, tekrar eğildi, üstünü örttü yerdekinin, kırık tahta parçalarıyla.

Çok geçmeden gelen cenaze arabası uzaklaşırken, yağmur çiseliyordu, halkın gözlerine. Yalnızlık dinmişti artık. Toprak ıslaktı, umut kokuyordu. Kırlangıç Mavisi, bir mavi yolculuğa çıkmıştı. Sanki el sallıyordu hepimize; uzaktan, bir mavi kapıdan.







2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Fehmi SALIK “Düş İçinde Gerçek” adlı öykü ile.
2. Ethem ORUÇ “Sarıksız” adlı öykü ile.
3. Burhan MENDİ “Kırlangıç Mavisi” adlı öykü ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Abdullah ORAL “Yarına Kaç Var” adlı şiir ile.
2. Mustafa ERMİŞ “Aydınlığın Türküsü” adlı şiir ile.
3. Dr. Nedim Uçar “Aydınlanma Süreci” adlı şiir ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Kenan ŞAHBUDAK “Yolum Hacıbektaş” adlı şiir ile.
2. Yücel COŞKUN “Bir Yürek” adlı şiir ile.
3. Ali Cavit COŞKUN “Hacıbektaş Öğretti” adlı şiir ile.






Serbest Vezin Şiir Yarışması Birincisi:

Abdullah ORAL

YARINA KAÇ VAR


Ne zaman başımı kaldırsam yukarı
Gözlerime güneşi emzirmek için
Yağmur içerim
Ateşinden rüzgarın

Kötü bir it ulur uzaklardan
Çatlar ikiye bölünür gökyüzü
Mavisine bulutlar düşer
Sevda sularımın
Toprağıma kan

Gözlerim süzülür ufka doğru
Hafif bir serpinti içime akan
Bilirmisin.

Gökyüzüdür avuçlarımda ağlayan
Sevdam nazlı bir gelin misali
Serin ve yumuşak
Esrarlı kaynaktan yapan kar gibi
Umut sıcacık nefesinde
Soğuk namlunun
Vurulur aydınlık düşünceler içinde

Düşenlerin o gür sesi
Belleğimde çarpışan
Bilmem kaç arpa boyu yürüdük
Aydınlığa giden yolda
Kaç buğday tanesi içtik güneşi


Ne zaman uzatsam ellerimi
Avuçlarımda güneşi tutmak için
Hançeri boynumda bilenir celladın
Kurşun sekmeden bulur hedefini
İki kaşın orta yerinde
Hiç unutmam

Tarihin derinliklerinden gelen o sesleri
Mansuru mesimiyi
Börklüceyi Torlak Kemali
Bugün
Bedrettin yürekliler
Ölüme yatırmışlar sevdalı yürekleri

Acıyı tuz çürüttü
Zinciri öfke
Ay donar dudaklarımda
Gözlerime perçinlenir gökyüzü

Bir avuç aydınlık
Bir damla su berraklığı
Gizlerimde saklı kalan

Ne zaman kaldırsam ellerimi
Aydınlık bir dünya adına
Düşürür prangalar omuzdan koluma
Vurulur saniyeler
Büyür gelir dakikalar
Oturur yanı başıma işkencelerde
Sorarsın kendi kendine
Yarına kaç var....







2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Fehmi SALIK “Düş İçinde Gerçek” adlı öykü ile.
2. Ethem ORUÇ “Sarıksız” adlı öykü ile.
3. Burhan MENDİ “Kırlangıç Mavisi” adlı öykü ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Abdullah ORAL “Yarına Kaç Var” adlı şiir ile.
2. Mustafa ERMİŞ “Aydınlığın Türküsü” adlı şiir ile.
3. Dr. Nedim Uçar “Aydınlanma Süreci” adlı şiir ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Kenan ŞAHBUDAK “Yolum Hacıbektaş” adlı şiir ile.
2. Yücel COŞKUN “Bir Yürek” adlı şiir ile.
3. Ali Cavit COŞKUN “Hacıbektaş Öğretti” adlı şiir ile.






Serbest Vezin Şiir Yarışması İkincisi:

Mustafa ERMİŞ

AYDINLIĞIN TÜRKÜSÜ


Mühürledim yüreğimi laik'li ile sana.
"Düşünce karanlığına ışık tutan" yüce ses.
Bu günü ayakta tutan sevgiyi, sen verdin bana.

İyi insan olmak, uygarlığın ilk temeli.
"Kadınını okutmayan millet yükselemez" ise,
Halkı, zamana uygun bilimle yönetmeli.

Sen eyy, en göz kamaştıran insan,
Seninle, Sonsuz Kurtuluş'un yükünü taşıyor.
Bunca idare ve bunca yüce insan.

Dünya insanlığı, sana inanmakta haklıdır.
Eyy konuşulan ve yaşayan yüce insan,
Senin hukukun, aydınlık yarınların sigortasıdır.

Eyy Cumhuriyet Eren'i, sen bizim soyadımız.
Göklerde oturan cumhuriyeti,
Toprağa indiren, yüce kuvvet inancımız.

Bilirim adalet'in simgesidir Beştaş.
Uç özgürlüğe halkın bağrından,
Omuzla cumhuriyeti, yardım eder Hacı Bektaş.

Bu aydınlık yoldan, başka yola gitmem.
Yürüyen cumhuriyeti aydınlatan,
Hünkar Hacı Bektaş'ı ben inkar etmem.

Yürüyüş yolu'nun öncüsü ki Türk.
İyi yaşama'nın kutsal anahtarı sizdedir.
İnsanlığa örnek; biri Hacı Bektaş, biri Atatürk.







2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Fehmi SALIK “Düş İçinde Gerçek” adlı öykü ile.
2. Ethem ORUÇ “Sarıksız” adlı öykü ile.
3. Burhan MENDİ “Kırlangıç Mavisi” adlı öykü ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Abdullah ORAL “Yarına Kaç Var” adlı şiir ile.
2. Mustafa ERMİŞ “Aydınlığın Türküsü” adlı şiir ile.
3. Dr. Nedim Uçar “Aydınlanma Süreci” adlı şiir ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Kenan ŞAHBUDAK “Yolum Hacıbektaş” adlı şiir ile.
2. Yücel COŞKUN “Bir Yürek” adlı şiir ile.
3. Ali Cavit COŞKUN “Hacıbektaş Öğretti” adlı şiir ile.






Serbest Vezin Şiir Yarışması Üçüncüsü:

Dr. Nedim Uçar

AYDINLANMA SÜRECİ


Aydınlanma sürecinde
Odağında barış olur.
Yıldızlar yol alır gecede
Umutlar büyür düşüncede
Etik bir yarış olur.

Cumhuriyet onurlu yaşamdır
Hakça bir duruş olur.
Ay aydınlık bakışlarda
Özgürlük ruhuyla büyüyen
Hedefe varış olur.

Her gün yeniden doğar güneş
Dostça bir görüş olur.
Birlikte geçilen kapıdan
Yanlışları yönlendiren sevgiye
Aydınlık bir giriş olur.

Esin kaynağının oluşumunda
Bahar yarısı kış olur.
Yeniden doğuşun kasırgasında
Biçimlenmemiş seslerden
Çok sesli haykırış olur.

Özlemlerin durağan izlerinde
Büyülenmiş düş olur.
Gözyaşlarımda boğulur sabahlar
Uçurtmanın kanadına takılır umutlar
Rüzgar bekleyen yalvarış olur.

Suların mavisinde gökyüzü
Ak köpükte bir karış olur.
Mutluluğun şavkı düşer dağlara
Bir türkü tutturur bulutlar
Yağmur kanatlı kuş olur.

İnsanlar öyle umarsız olamaz
Sevgisiz yürekler taş olur.
Yerkürenin merkezindeki uygarlık
Zamanın aydınlanma sürecinde
Yaşayan Hacı Bektaş olur.







2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Fehmi SALIK “Düş İçinde Gerçek” adlı öykü ile.
2. Ethem ORUÇ “Sarıksız” adlı öykü ile.
3. Burhan MENDİ “Kırlangıç Mavisi” adlı öykü ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Abdullah ORAL “Yarına Kaç Var” adlı şiir ile.
2. Mustafa ERMİŞ “Aydınlığın Türküsü” adlı şiir ile.
3. Dr. Nedim Uçar “Aydınlanma Süreci” adlı şiir ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Kenan ŞAHBUDAK “Yolum Hacıbektaş” adlı şiir ile.
2. Yücel COŞKUN “Bir Yürek” adlı şiir ile.
3. Ali Cavit COŞKUN “Hacıbektaş Öğretti” adlı şiir ile.






Hece Vezni Şiir Yarışması Birincisi:

Kenan ŞAHBUDAK

YOLUM HACIBEKTAŞ


Saygım, sevgim bitmez böyle canlara
Velim Hacı Bektaş, Ulum Atatürk
Zorda kalsam tutunurum onlara
Dalım Hacı Bektaş, Gülüm Atatürk

Cumhuriyet temelini Pir attı
İnsanca bir yaşam ona murattı
Anadolu destanını yarattı
Dilim Hacı Bektaş, telim Atatürk

Yobazlıkla mücadele zorudu
Kafasında medeniyet varıdı
Öztürkçeyi geliştirdi korudu
İlim Hacı Bektaş, bilim Atatürk

Emperyalist sömürüyü yıktılar
Egemenlik meşalesi yaktılar
Mey oldular kadehlere aktılar
Dolum Hacı Bektaş, balım Atatürk

Ayırmadı milletleri ırkları
Hepsi insan idi yoktu farkları
Dağıttılar hep gerici çarkları
Yelim Hacı Bektaş, selim Atatürk

Vardı Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi
Birleştirdi insanlıktı merkezi
Kucakladı dostça sardı herkesi
Kolum Hacı Bektaş, Elim Atatürk

Cem olurum canlar ile dönerim
Bağımsızlık ateşiyle yanarım
Kor olurum alevlerde sönerim
Alım Hacı Bektaş, külüm Atatürk

Bu mirası canım ile öderim
Işığında olmaz derdim kederim
............'ım izlerinde giderim
Yolum Hacı Bektaş, Alim Atatürk







2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Fehmi SALIK “Düş İçinde Gerçek” adlı öykü ile.
2. Ethem ORUÇ “Sarıksız” adlı öykü ile.
3. Burhan MENDİ “Kırlangıç Mavisi” adlı öykü ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Abdullah ORAL “Yarına Kaç Var” adlı şiir ile.
2. Mustafa ERMİŞ “Aydınlığın Türküsü” adlı şiir ile.
3. Dr. Nedim Uçar “Aydınlanma Süreci” adlı şiir ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Kenan ŞAHBUDAK “Yolum Hacıbektaş” adlı şiir ile.
2. Yücel COŞKUN “Bir Yürek” adlı şiir ile.
3. Ali Cavit COŞKUN “Hacıbektaş Öğretti” adlı şiir ile.






Hece Vezni Şiir Yarışması İkincisi:

Yücel COŞKUN

BİR YÜREK


Bir yürekte, bir dilekte birleşti.
Hacı bektaş Veli, Kemal Atatürk.
Biri dolunaydı, biri güneşti.
Hacı Bektaş Veli, Kemal Atatürk.

Kızılırmak gibi çağladı, aktı,
Yeniyi getirdi, eskiyi yıktı.
Ulusuna hür bir ülke bıraktı,
Hacı Bektaş Veli, Kemal Atatürk.

Biri insanlığa "ara,bul" dedi.
Biri "vatandaş ol, olma kul" dedi.
İkisi de "önce insan ol" dedi.
Hacı Bektaş Veli, Kemal Atatürk.

Biri dünden baktı bu günü gördü.
Biri devrimlerle yarını kurdu.
İkisi de insanlığa el verdi,
Hacı Bektaş Veli, Kemal Atatürk.

Sarığı, şalvarı kaldırdı attı.
Çarşafı, peçeyi çöpe fırlattı.
Gören gözler ile dünyaya baktı,
Hacı Bektaş Veli, Kemal Atatürk.

Başı dağdan yüce, yıldızlara eş,
Gözü içimizi ısıtan güneş,
Yüreği ateşler içinde ateş
Hacı Bektaş Veli, Kemal Atatürk.

Barışı düşünür, barışı okur,
Sevgiyi yoğurur, sevgiyi dokur.
Göz nuru deyince dilleri şakır,
Hacı Bektaş Veli, Kemal Atatürk.

Kucağında ceylan ile canavar.
İnsanlar bu hali örnek alsalar.
Aklında ne sınır, ne de duvar var,
Hacı Bektaş Veli, Kemal Atatürk.

Emeğe saygılı, işe saygılı,
Ekmağe saygılı, aşa saygılı,
Çiçeğe, böceğe, kuşa saygılı,
Hacı Bektaş Veli, Kemal Atatürk.

İnsan merkez oldu, onlar pervane.
Döndüler, döndüler hep yana yana.
İnsanlık yolunda deli, divane
Hacı Bektaş Veli, Kemal Atatürk.







2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Kısa Öykü Yarışması Sonuçları:
1. Fehmi SALIK “Düş İçinde Gerçek” adlı öykü ile.
2. Ethem ORUÇ “Sarıksız” adlı öykü ile.
3. Burhan MENDİ “Kırlangıç Mavisi” adlı öykü ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Serbest Vezin Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Abdullah ORAL “Yarına Kaç Var” adlı şiir ile.
2. Mustafa ERMİŞ “Aydınlığın Türküsü” adlı şiir ile.
3. Dr. Nedim Uçar “Aydınlanma Süreci” adlı şiir ile.
2004 Yılı Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sanat Etkinlikleri Hece Vezni Şiir Yarışması Sonuçları:
1. Kenan ŞAHBUDAK “Yolum Hacıbektaş” adlı şiir ile.
2. Yücel COŞKUN “Bir Yürek” adlı şiir ile.
3. Ali Cavit COŞKUN “Hacıbektaş Öğretti” adlı şiir ile.






Hece Vezni Şiir Yarışması Üçüncüsü:

Ali Cavit COŞKUN

HACIBEKTAŞ ÖĞRETTİ


Gönül Sarayına Sevgi harcını,
Karmasını Hacıbektaş öğretti.
İlmek ilmek medeniyet hurcunu,
Örmesini Hacıbektaş öğretti.

Hünkarın yolunda gidersek eğer,
Üstümüze ilmin yağmuru yağar.
Kadınlara önem onlara değer,
Vermesini Hacıbektaş öğretti.

Anlayınca Hürriyetin farkını,
Onun için derin kazdık arkını,
Kin ile nefretin paslı çarkını,
Kırmasını Hacıbektaş öğretti.

Bu millete eşit diye hür diye,
Bölenlere cahil diye kör diye,
Cümlesini kucaklayıp yar diye,
Sarmasını Hacıbektaş öğretti.

Erken kalkan varır yolun sonuna,
Bazen binbir engel çıkar önüne,
Benlikten arınıp dostun yanına,
Varmasını Hacıbektaş öğretti.

Aziz dostum kaçma, gel olalım Cem.
İkilik her zaman getirir elem,
Aşkın yarasına ilahi bir em,
Sürmesini Hacıbektaş öğretti.

Gönülden bağlıyız O Ulu Cana,
Kadın ile erkek geldi yan yana,;
Erenlerin sofrasını meydana,
Sermesini Hacıbektaş öğretti.

Bir daha dönmemek için dünlere,
Bilim kapısını açtık canlara,
Böyle aydınlığa mutlu günlere,
Ermesini Hacıbektaş öğretti.

Kişi devam eyleyince okula,
Kör düşünce hükmedemez akıla,
Cumhuriyet kavuşunca şekile,
Kurmasını Hacıbektaş öğretti.

Neler yaptık Atatürk'ün gününde,
İlkeleri çiçek açtı sonuda,
Sadık dostun kapısının önünde,
Durmasını Hacıbektaş öğretti.

Türk milleti önder seçti Atayı,
İmar ettik doğu ile batıyı,
..........'ye hakikattan öteyi,
Görmesini Hacıbektaş öğretti.